Şair ve yazar, STK yöneticisi, Türkiye Yazarlar
Birliği eski Genel Başkanı siyasetçi, XXII. Dönem Şanlıurfa Milletvekili. 1
Temmuz 1949, Şanlıurfa doğumlu. Cumhuriyet İlkokulu (1959), Erkek Sanat
Enstitüsü Orta Bölümü (1963), Urfa Lisesi (1966), Erzurum Atatürk Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Zirai Ekonomi Bölümü (1971) mezunu. Aksu Öğretmen Okulunda bir
süre tarım öğretmenliği (1972-74) yaptı. Adana Devlet Su İşlerinde İnşaat
Mühendisi (1974-77); Urfa, Eskişehir ve Balıkesir’de TZDK Bölge Müdürü
(1978-96), TZDK Genel Müdür Yardımcısı (1996-98) ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak
görev yaptı. Kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Mehmet Atilla Maraş, 1998-2000 yılları arası Türkiye Yazarlar Birliği
Genel Başkanı olarak görev yaptı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti’den XXII.
Dönem Şanlıurfa Milletvekili seçilerek parlamentoya girdi.
İlk şiiri “Eski Kent”, Şafak gazetesinde (Urfa, 1966) yer
almıştı. Sonraki yıllarda şiir ve yazılarını yayın kurulu üyesi olduğu Balıklı
Göl (Urfa, 1966), Harran (Urfa, 1979), yazı işleri müdürlüğünü
yaptığı Adımlar (Erzurum, 1970-72), Fikir ve Sanatta Hareket
(1970-75), Mavera (1976-80), Edebiyat (1970-75), Dergâh
(1990) dergileri ile Yeni Devir, Zaman, Yeni Şafak gazetelerinde
yayımladı. 1989 yılında Struga (Yugoslavya) Şiir Akşamlarına, 1990 yılında
Malezya Kuala Lumpur Şiir Okuma Şenliğine, 1993 yılında Almatı (Kazakistan),
1995’te Aşkabat (Türkmenistan) ve Kırım (Ukrayna) Türkçenin Uluslararası Şiir
Şölenlerine katıldı.
Mehmet Atilla Maraş, 1981’de Şehrayin adlı eseriyle Türkiye
Yazarlar Birliği Şiir Ödülünü, 1992’de Madras (Hindistan) Seçkin Şair Ödülünü,
2005’te 9. Uluslararası Şiir Festivali Sanat Ödülünü aldı. 1992’de
Californiya’da Dünya Kültür ve Sanat Akademisi tarafından kendisine fahri
edebiyat doktoru unvanı verildi. Genç kuşakların dilinden düşmeyen Aney
adlı şiiri klip haline getirildi, bestelenerek ünlü sanatçılar tarafından
seslendirildi. Dünya Kültür ve Sanat Akademisi Fahri Edebiyat Doktoru pâyesi
sahibidir.
Mehmet Atilla Maraş İçin Ne Dediler?
“Önce mahalli renk taşıyan duygulu şiirleriyle tanınan M.
Atilla Maraş, Ortadoğu insanının yaşadığı acıyı ve sancılı durumu, tarihinden
de kesitler vererek şiirleştirdi. Sonra daha çok insanın evrensel konumuna
yöneldi” (Mustafa
Miyasoğlu).
***
“Maraş, şiir geleneğimizin ses unsurunu esas aldı. İfade
bakımından net bir söyleyişe ulaşmayı amaçladı. İslâm dünya görüşü ile
çağımızda ferdin ve toplumun açmazlarını dile getirdi.” (Ahmet Kabaklı)
ESERLERİ:
Şiir: Doğudan Batıdan
Ortadoğudan (1976), Şehrayin
(1981), Aney (1983), Zor Sözler (1989), Child Dreams (İngilizceye çevrilen
şiirleri, 1991), Merhaba Ey Hüzün
(1996), Künyemize Aşk Yazıldı
(1997), Adanmış Şiirler (2004),
Asel (2016).
Araştırma: Peygamberler Şehri
Şanlıurfa (1986), Rüya Şehir Urfa (2016).
Deneme: Beyaz Adamın Kutusu (2001).
Biyografi: Şair Milletvekilleri
1 - 22. Dönem 1920-2005 (2005), Şair
Milletvekilleri – 22. Dönem (2005).
Anı: Şair ve Yazar Dostlarım (2015), Merhaba Ey Ömrüm – Hayatım ve
Hatıralarım (2022).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) -
Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), İsmail Ali Sarar / Cumhuriyet
Dönemi Şiirimiz Üzerine Konuşmalar: 1923 - 1997 (1997), S. Ahmet Kaya / Urfa
Şairleri - Cumhuriyet Dönemi (1998), TDE Ansiklopedisi (c. 5, 2004), Yazar
Kimdir Yazı Nedir? (söyleşi, Dergâh, Ocak 2000), Hürriyet (2.9.2005), Mehmet
Atilla Maraş / 22. Dönem Şair Milletvekilleri: 1 - 22. Dönem 1920-2005 (2005).
Bu akşam aklıma yine sen geldin
Dersi bıraktım,
çalışamadım
Saat bire
geliyordu Aney
Yatamadım, uyku
gözüme girmedi.
Sen bu
saatlerde eskiden
Benim beşiğimi
sallardın
Uykunu harap
ederdin benim için
Ağladığım zaman
Sancılandığım
zaman
Kalkardın süt
verirdin
Nane
kaynatırdın.
Aney
Canım Aney
Kurban Aney
Hayalin önümde
şimdi bir anıt gibi durur
Sen şimdi
leğenin başına oturmuş
Hamur
yoğuruyorsun
Yarın ekmek
yapacaksın akşama kadar
Gözlerin tezek
dumanından yaşaracak
Alnında ter
bulgur bulgur kabaracak
sıcak
bazlamalar yapacaksın
Ben orda yokum
ağlayacaksın...
Ağlama Aney
ağlama
Gündür bu
nasılsa geçer
İnsan insana tez
kavuşur.
Ben sizi hiç
unutmadım
Hiç
unutmayacağım
Ben okuyorum
Aney okuyorum
Mühendis
olacağım
Sana yeni yeni
"ayze"ler alacağım
Dedim ya
okuyorum
Mühendis
olacağım.
Mektubunda
diyorsun ki
Bu gece çiğ
köfte yaptık
Lokmalar
boğazımdan geçmedi
Her sofraya
oturuşumuzda
Senin yokluğun
belli oluyor...
Biliyorum Aney
biliyorum
Senin kalbin
ipek gibidir
İncedir, yufkadır
Benim yokluğuma
dayanamazsın
"Özledim"
diyorsun benim için
Ben de özledim
seni ley
Babamı da,
bacımı da, kardaşlarımı da
Karayazılı
memleketimi de Hepinizi özledim
Özledim ama gel
gör ki kader bu
Elvermiyor ne
yapacaksın...
Rızvaniyede
SELA simdi
Sisleri perde
perde dağıtan bir ses
Sonsuzda
ALLAH'a ulaşan bir yankı
Bir EZAN
sesiyle uyanır insanlar yorgun geceden
Uyanır herkes.
Köyden şehire
saman taşıyan
Deve kervanları
gelir bu saatlarde
Çıngırak
sesleri
Geceyle gündüzü
birleştirir
Sabah olur
Babam erkenden
işe gider..
Aney
Evimiz yine o
yokuşta mı
Dar sokaklar,
taş duvarlar arkasında mı
Eskisi gibi
yıkık dökük mü yine
Ah Aney alı
İnan unuttum
evimizin şeklini
O ev denen
köstebek yuvalarını
Kerpiç damları,
kuyu suyunu
Sıra
gecelerini,
Bağ yatılarını
Yağmur dualarının
anılarını yitirdim.
Hele sen buraya
bir gel de gör
Sonsuza uzayan
gökdelenleri
Sıra sıra
taksileri
Geceleri renk
renk ışıklan
Denizde
vapurları, balıkçıları
Kızları,
erkekleri
İnsan selini...
Ama benim hiç
bilinde gözüm ok
Ne kızlarında
ne taksilerinde
Ne de
gökdelerinlerinde
Benim aklım
sizde ve memleketimde
Ben okuyorum
Aney okuyacağım
Göreceksin bak
mühendis olacağım...
Bizim orda
"Ezo gelin " türkü türkü uzanır
Düğünlerde
davullar vurulur
Zılgıtlar
çalınır.
Lorke, Delilo
oynanu".
Böylesine gitar
denen çalgıyla
Sabahlara kadar
ye-ye-ye diye bağırmazlar
Değil mi Aney
Aney
Hani yaz geldi
mi
Evimizin o
küçük penceresine
Bir çift
"Yusufututan" kuşu konar ya
Hani asmamız
üzüm bağlar, sumaklar sakızlanır
İnsanlar
çalışır harıl harıl kış için
Güneş yandırır
o kavuruk yüzlerini
Hani senin
elinde "sıtıl" suyu gidersin
İşte o zaman
geleceğim
Bekle beni.
Ah Aney ah
Daha neler
neler var sana yazamadığım
Mektubumu
burada bitirirken
Beni büyüten
ellerinden
Binlerce kerre
Öperim
Canım Aney,
kurban Aney...
Yedi kitabım var, yazılmış
Yedi uzun şiir.
Her biri bir coğrafyadan,
Bilinmez bir iklimden gelir.
Yedi çocuğum var, aşk olsun
Yedi ayrı fikir.
Zamanla ayrıldılar biri
birinden
Şimdi nerelerdeler, kim
bilir?
Bir dileğim var senden
Tanrım!
Aç yolumu sonuna kadar.
Tüm mevsimler bahar olsun,
Çözülsün bu tılsım, bu sihir.
AŞK SEVDA VE ŞİİR
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Ey şiir
ey kelimelerin
gizli
gizemli dünyası
Ey ritmin ve ahengin
ebruli dansı
derin düşlerimin
narin hülyası
Ey bütün zamanların
gök çekimli edası
sesin aksi sedası
Ey mir
ey güzel insan
söz ustası
ey şair
Ey güzellik ve cazibe
ey aşk ü sevda
ATİLLA MARAŞ GİDER
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Yürür sular damara köke gövdeye yaş gider
Gözede su tükenir kalem sürme kaş gider
Seni okşayan hayat bana yalan müntehir
Belki senden hız alır bende çok yavaş
gider
Tattığım onca acı hüzün bana zimmetli
Gün olur acı biter hüzün ve telaş gider
Suyu çekilir bir gün kurur yatağı
nehrin
Kum kalır ve ufacık bir yuvarlak taş
gider
Tor gider tohum gider yol ve ağaçlar
gider
Barış ki gelir er geç bu afat savaş
gider
Senin de kayıtlardan düşer adın unvanın
Sayım ve döküm tamam tozlu demirbaş
gider
Mahkûm bitmeye her şey ömür dâhil aşk dâhil
Kimse kalmaz ana baba bacı ve kardaş
gider
Ey hancı balyaları toplar dürersin bir
gün
Hanın yağmalansa da kalan eli boş gider
Gün gelir bu asuman yerle yeksan olur bir an
Ne eşraf kalır ne ayan Atilla Maraş gider
BU BİR KAR ŞİİRİDİR
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Önce tane tane ve azar azar
Sonra bütün gökten o müthiş hızla
Nazlı bir şubat akşamı inen kar
Kalbimi yerinden söken nabızla
Sanki ruhumun üstüne yağar
O hafif o ince beyaz tüy gibi
Düşerken üst üste biraz savrulur
Tut ki gölde gezen bir çift kuğudur
Bu gece inadına gelir bu şehre
Bir iyi niyetle nasıl da yağar
Yağarken atlas yüzüne şehrin
Resmi dekorunu beyaza boyar
Yeryüzüne inen o tanelerin
Yedi renk içinde gizli göklerin
Bilinmeyen çözülmeyen sihri var
ESRARLI
SESLER
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Şiir, bir gölün yüzünü süsleyen
nilüferler gibi, su üstünde olduğundan sapını ve kökünü görmediğimiz narin bir
çiçektir. Bu çiçeğin görüntüsünde toplanan dikkatimiz bize o gölün altını
düşünmemize fırsat vermez. Gerçek şiirin idrakimize verdiği estetik zevk, bizi
şairin o şiire hangi asli heyecan tohumuyla gebe kaldığını düşünmekten
alıkoyar. Oysa o şiir kim bilir hangi hatıraların, hangi gözlemlerin, hangi
düşüncelerin, hangi duyguların şairi beslemesi sonunda sabırlı bir mesai ile
birlikte şekil değiştire değiştire en son mükemmel halini almaktadır. İşte bu
yüzden şairin iç dünyasında gelişen ve sonuçları dış dün yaya şiir olarak
yansıyan bu karmaşık duygu faaliyetlerini anlamak sıradan insanlar için oldukça
zordur. Şair, hangi esrarlı küvetin yardımıyla, -içinde nasıl hazırlanıp
olgunlaştığını kendisinin de bilemediği eserini, günün birinde büyük bir coşku
halinde ruhunun bütün kapılarını açarak dışarıya bırakıverir.
Şiir açıklanması güç bir ilham
işidir. İlham, genel olarak uzun veya kısa sürmüş bir şuuraltı faaliyetinin sonucudur.
Çoğunlukla bir dalgınlık halinde ve bazen da zihni çalışmanın dinlenmeye
geçtiği yarı uykulu anlarda, bilinçaltından üst bilince gelir ve şiirin
kurulmasına yardımcı olur. Şair, ruhuna düşen kuvvetli heyecanlar ve keskin
sezişlerle olayı fark eder ama onu hangi yönde geliştireceğini de peşinen
bilemez. Düşünceler başka düşünceleri, hayaller başka hayalleri davet eder. Bu
iki olgu arasına şairin bir de hatıraları katılır. Bilinç düzeyinde kendini
belli
EY SEVGİLİM HOŞÇA KAL
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Ey sevgilim hoşça kal bir hal oluyor bana
Gördüğüm bütün renkler hep al oluyor
bana
Dalıp dalıp gidiyorum derin uykuya
doğru
Hayret gördüğüm her şey hayal oluyor
bana
Baharı yazı geçtim kimsesiz yere geldim
Mevsimler güz hal eylül misal oluyor bana
Sokağa çıkmıyorum kapanmışım odama
Meclislerde yerim yok ne hal oluyor bana
Su çekildi renk soldu artık yaprak
dökümü
Dostlar size farz olan muhal oluyor bana
Hüzün tutmuş yakamı sözlükte her söz sarı
Kendi derdime düştüm işe pazara küstüm
Zakkum zehir acı şerbet bal oluyor bana
Ve yürüye yürüye geldik yolun sonuna
Yalan dünya giderek masal oluyor bana
Gördüğüm bütün renkler hep al oluyor
bana
Ey sevgilim hoşça kal bir hal oluyor bana
GECEDEN
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Bir bakıştır alır sevdamızı götürür
geceden
Beklemez sabahı danemizi öğütür geceden
Gündüz yorgun düşer çok çalışmaktan elleri
Has şiiri sağaltır memeden emzirir geceden
Bir intikam perisi peyda olur tanıdık
biri
Bir avuçta yıldızları toplar koparır
geceden
Nursuz ışıksız tayfsız n’ola gecenin
hali
Darası alınmış tortudur siyah kalır
geceden
Daha çok uzağız sabaha tan ağarmadan
önce
Kurdun kuşun rızkı iner etrafa dağılır geceden
Gökyüzü bir nur harmanisidir örtünür melekler
Birer ikişer iner yeryüzüne yayılır geceden
Akşamdan kilitlenir her yer mühürlenir her eşya
Sabaha kalmaz bütün kapılar açılır
geceden
Bitmeyen bütün işler biter hep sabırla Mehmet
Bin bir güzellik etrafa bin renk saçılır
geceden
GÜZEL BAHÇE ŞİİRİ
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Zeytini dalında okşa yalnızca
İçinde koşarak keyfince dolaş
Güzelim senindir senin bu bahçe
Ararsan Mısır’da Yemende Çin’de
Bulamazsın böyle güzel bahçeyi
Aşılı böğürtlen toprak içinde
Boy atar bir anda sarar bahçeyi
Bahçe kenarında asma çubuğu
Büyürse üzüm verir gelecek sene
Olgunluktan ince incir kabuğu
İncir yemeğe gidelim hadi
gelsene
Böyle mi girilir bahçeden söze
Böyle mi oluşur şiirde dize
Böyle mi yürür sular nergise
Ha bahçeye geldik ha bahçenize
İKİ YALNIZ ÇAM
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Kanlıca
önlerinde iki yalnız çam
Uzatmış boynunu derin sulara...
Boğaz
içinde dalmış esrarlı bir uykuya
Sükût ki şimdi ıssız en yalın bir
makamdır
Ve benimle bir başına bu gece bu
yalıda
Ön bahçede misafir yalnızca iki çamdır
Parlak yıldızları yok mehtabı yok bir gece
Gemiler geçecekmiş bu sessizlik
bitince
Bu sessizlik bitince baştan sona
acı gam
Kartal yuvası yalı ön bahçede iki çam
Uzanıvermiş
göğe budanmayan her dalı
Yeşil maviye vurgun bulut göğe
sevdalı
Kanlıca
önlerinde iki yalnız çam
Uzatmış boynunu derin göklere...
MERHABA EY HÜZÜN
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Merhaba
evinden ayrılan gurbetçi
dalından koparılan gül
kıyıdan uzaklaşan gemi
sevgilisinden ayrılan sevgili
istasyondan çıkan tren
trenin çığlık çığlığa zili
Merhaba gözden uzaklaşıp
gökte kaybolan uçak
anadan ayrılan çocuk
dağda vurulan ceylan
Merhaba
tek ve tenha yerler
ayrılıklar ölümler
beni boğan duygu seli
gözlerimin buğusu
boğazımdaki ağıtlar merhaba
Bir kuş ölüsü bahçe kenarında
bir yavru kedi sokak ortasında
ölü bir kelebek kapı aralığında ağında
kuruyup kalmış örümcek
yuvasında ölü bulunmuş
karınca
Merhaba ey hüzün
sevgilim
merhaba.
MİMOZA
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Nasıl bir akşamdır ki karanlık düşer
El ayak çekilir dar sokaklardan
Üşür ceviz ağaçları yapraklar üşür
Akşam olunca içimize bir hüzün
çöker
Araya mesafeler girse ne çıkar
Şu dünya gurbetinde yalnız mimoza
İnsem otobüsten orta çeşme’de
Bir seher vaktinde gelsem Beykoz'a
Benzemiyor hiç bir tavrın kimseye
Ey gönlümü sürekli kanatan dilber
Yok ki resmettiğin o siyah güller
Hülyamda sevgilim mehtap ve gece
İstanbul gözümde seninle büyük
Sevmek suç değil anla mimoza
Bilmezdim sensizlik ağırca bir yük
Küllenmiş bir ateş bir sırlı koza
Uzak ufuklarda batan gemiler
Aşkımı
Gözlerin katlime ferman yazdırsın
Saçların cellâdım olur mu
bilmem
Akşamdır karanlık ansızın çöker
Ansızın tükenir oyunlarda koz
Lambalar yanmıştır canan evinde
Canlanmıştır Ortaçesme ve
Beykoz
SESSİZ
ÖLMELİ
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Ve çıkıp gelmelisin, rüyalardan,
masallardan serüvenlerden
Bana beddualar etmelisin, kalbimden vurmalısın beni
Bu yalan, yanlış kuralları kim koymuş
niçin koymuş demeden
Değiştirmelisin hemen, senin hissene düşenleri
Sevdana ihanet edenleri, tek tek vurmalısın
mesela
Devirmelisin kara yere, o nazik, nazenin bedenleri
Lüzumu yok olanı, tutup kolundan
atmalısın kapı dışarı
Ha orada olanları, her nasılsa, ha
buraya gelenleri
Yerli yerine koymalısın her bir şeyi
yeniden
Çarşıları önce yıkılan, şehirleri, evleri, ev içlerini
Yapacağını yap artık görelim, boşuna
ipe un serme
Deme iki de bir de ah ne yapmalı, ne
etmeli
Alnından kurşunlamalı sonunda onu, beni
ya seni
Bir güzel ölmeli insan, ölünce, sessiz sedasız ölmeli…
SÜHEYLÂ’YA DAİR
MEHMET ATİLLA MARAŞ
1.
Çocuklar da büyüdü
boy attı nergis ve taflan
ölüm ilânları eksilmedi gazetelerden
ol ilânlardan biri
şöyleydi:
Sahib-ül hanedan
falan kızı filan
hakkın rahmetine kavuşmuştur
cenazesi…
vay anam
ve birden vaveylâ
demek ki bu salihat-ı nisvandan
bizim süheylâ
2.
Daha dün süheylâyı gördüm
kaçamak bir bakışta
ordu pazarında alışverişte
hani geçen yaz kocası ölmüştü
süheylâyı gördüm dün
çök-müş-tü.
3.
Süheylâyı gördüm dün
öldüm, öldüm dirildim.
4.
Ve ben dahi gömüldüm
Süheylânın yanıbaşına
“bir garip adam” diye yazıldı
mezar taşına
ben ki yeryüzüne sığmaz
nazenin bir gönüldüm.
ŞEHREMİNİ
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Buharlaşıp gidiyor ağır ağır
Bu cazibesi bitmiş ve sağır hayat
Ben de çekip gitmeliyim biraz
sonra
Çünki bu şehrin kitabında
Kendime uygun bir sayfa bulamadım.
Artık
Ne tacirler ne tecim evleri
Ne nesli tükenmeye yüz tutmuş küçük
esnaf
Ne de bu şehrin çarşı başında
Uyuyan meczupları
Nahif bir süs gibi
Göğsüme iliştirdiğim şairliğimi
Soylu sanat adına gezdirdim
Bu şehrin sokaklarında
çarşılarında
Ah işte ölüm temasıdır yine beni
tutan
beni çeken kendine
Hummalı harlı
Şiir iklimlerine.
Hüznün son
Dalgın kuşları geçiyor
bir akşam serinliğinde
Şehrin üstünden
Cihetsiz kavisler çizerken
Gökkubbede
Ben gecenin önünde
Kıyama durmuş bekleyen
Ellerim şehrin üstünde
Gözlerim
Kenar mahallenin yetimlerinde
Ey şehremini nasıl yaşıyorsun sen
Gecen geçiyor kimlerle
Bu şehri sen mi idare ediyorsun
Yoksa benim kalbim mi söyle...
ZİHNİMİZ
İŞGAL ALTINDA
MEHMET ATİLLA MARAŞ
Zihnimiz işgal altında bunu bilmeyen mi var
Biliriz bilmesine ya kıvrılır gideriz
tersine
Ar tükenir çatlayınca ahlâk gibi bir
damar
Kapatılır kulaklar ah çeken emekçinin
sesine
Kime ne kadar yarar özgürlük geri gelse
Bileklerdeki zincir kırılsa bire kadar
İlk zamandan başlamış biter mi
ki bu celse
Zihnimiz işgal altında bağımsızlık kaç yazar
Zihnimiz işgal altında kara haber bu beyler
Gelin işgali kırın arının azar azar
Yolunuza çıkmadan çölde çıldıran devler
Susamışa su verin içsin doyana kadar
Bu hal bu minval üzre akıp gidiyor
günler
Değerler alt-üst oldu herkes kendi
tahtında
Yenisine eklendi sürüp gelen sürgünler
Buna bir çare bulun, zihnimiz işgal altında.
TRT
ye, 1974’te, Genel Müdürü İsmail Cem zamanında açılan bir imtihanı kazanarak
girdi. Burada önce kameraman, sonra
yapımcı ve yönetmen olarak çalıştı. Birçok önemli belgesele imza attı. Dört
Mevsim Ilgaz, Yusufeli İçin Methiye, Kaçkar. Bunlardan ‘Kaçkar’ belgeseli,
oldukça dikkat çekti.
İlk
şiiri 1968 de Türk Yurdu dergisinde yayınlandı. Şiirleri; Deneme, Gelişme,
Edebiyat, Mavera, Yönelişler, Ay Vakti, Yedi İklim ve Hece dergilerinde
yayınlandı.
18.05.2013’te
Türkiye Yazarlar Birliği Ankara Şubesi, ‘Yaşayan Yazarlara Saygı’ programı
çerçevesinde onun için bir ‘Anma ve Saygı Gecesi’ düzenledi. Bu gecede konuşan
yazar Osman Güzelgöz, dinleyicilere onu, ‘türküyü ve şiiri bize sevdiren adam’
diye takdim etti.
Şiir,
türkü ve çiğköfte bir Urfalının üç önemli vazgeçilmezidir. Karcı’daki şiir
damarı, Urfalı Divan Şairi Nabi’den; Türkü damarı, Urfalı Tenekeci Mahmut
Usta’dan gelmektedir.
2017
de adı, Siverek’te bir okula verildi. Kendisi de bütün kitaplarını bu okula
bağışladı.
Halk
şiiri ve Divan şiirinden beslenen bir duyarlıkla, günümüz insanının yaşadığı
hayatın içindeki konumunu arayan bir tavır geliştirdi. Bu tavrıyla birlikte
daha çok İkinci Yeni Şiir’ine yakın durdu. Bu akımın iki usta şairi olan Sezai
Karakoç ve Cemal Süreya’yı çok sever ve benimserdi. ‘Şiir sanatında, bir melali
yakalamak lazımdır.’ der ve bu sanatın bir ‘ima’ sanatı olduğunu savunurdu.
Şiirde, kelimelerin arka planındaki anlam yüküne dikkati çekmek isterdi. Şiir
yazarken, şairin, deminde ve tavında olması gerektiğini söylerdi.
Şair
Mehmet Ragıp Karcı, az ama usta işi şiirler yazdı. Türk şiirinde, ‘68 Kuşağı’nın,
İslami duyarlılıkla yazan şairlerinden biri olarak tanındı.
Şiirlerini
onar yıl arayla üç kitapta topladı. İlki, Yeni Bir Sevda Süleymanı, 1986’da,
ikincisi, Bir Başkasının Kitabı,
1996’da, üçüncüsü, Yakarış Temrinleri, 2006 yılında yayınlandı. Yine sırayı
bozmayarak bir on yıl sonra, üç şiir kitabı bir arada, toplu şiirler olarak Tut
Elimden Düşmeyelim adıyla 2016 da Hece Yayınları’ndan çıktı. Böylece şiir
sanatındaki serüvenini, kırk yılda tamamlamış oldu. Ragıp Karcı’nın, deneme
türünde Türkü Okuma Kılavuzu adlı bir eseri daha bulunmaktadır.
Hayatta
en çok sevdiği şeyler; çiğköfteyi kendi eliyle yoğurup arkadaşlarına ikram
etmek, türkü söylemek ve bağlama çalmaktı. Bağlama çalmakta tavır sahibi bir
usta idi. Urfa’da, saz çalıp söylemek, ‘Türkü çığırmak’ çok olağan, gündelik
işlerden biri gibidir adeta.
Saz
çalmaya olan merakı, 1962 yılında Erzincan Askeri Lisesindeyken başlamıştır.
Halk şairlerinden Pir Sultan Abdal’ı beğenir, alevi deyiş ve nefeslerini çok
güzel çalarak yorumlardı. Bunlardan ‘Haydar, Haydar’ türküsü, severek yorumladığı bir eserdir. Hatta
oğlunun adı bu yüzden Mehmet Haydar’dır. Ragıp Karcının annesi Erzurumludur. Bu
yüzden Karcı, bir Erzurum Türküsü olan Tatyan makamındaki şu parçayı çalıp
söylerken kendinden geçerdi:
Dün
gece yar hanesinde yastığım bir taş idi
Altım
çamur üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi
Aman
aman aman aman aman aman
Ben
yandım seni bilmem
Türkünün
ara nakaratı olan “Ben yandım seni bilmem’ dizesi, Ragıp Karcının bir şiirinde,
bu Erzurum türküsünden bir alıntı olarak geçer zaten.
Osmanlı
Türkçesini ve özellikle Divan Şiirini gayet iyi bilir, bilgilerini ve
birikimini, merakı olan öğrencilerine de aktarırdı. Özellikle Fuzulî ve Hafız-ı
Şirazî’nin şiirlerini çok severek okurdu.
Divan
şiirini bilmeyen bir şair adayının, şiire hiç başlamaması gerektiğini
vurgulardı. Yıllarca Türkiye Yazarlar Birliği’nin okuma ve yazma odalarında,
meccanen, hiç para, pul talep etmeden, Osmanlıca yazmayı ve okumayı öğrenmek
isteyen öğrencilerine aylarca süren dersler vermiştir. Öyle ki Osmanlıca ve
Divan şiiri, onda bir tutkuya dönüşmüştü. Yer bulamadığı zamanlarda bile
öğrencilerini alır, Diyarbakırlı bir dostunun Kızılay’daki künefe dükkânında,
yemek saatinden sonra masalara oturtur, onlara Divan Şiiri öğretirdi. Bu, benim
dikkatimi çeken çok önemli olaylardan biridir. Yazımı, bir hatıramı naklederek
bitireyim.
Bundan
on yıl önce, 13 Ocak 2010 Ankara’da Pursaklar Belediyesi’nin tertiplemiş olduğu
bir ‘Şiir Gecesi’ne dört şair davet edilmiştik. Ben, Metin Önal Mengüşoğlu,
Mehmet Çelik ve Mehmet Ragıp Karcı. O gece, şairler olarak şiir sanatı üstüne
kendi aramızda, bir sohbeti gerçekleştirdik.
Sonra kendimizden birer şiir okuduk dinleyicilere. Sıra Mehmet Ragıp
Karcı’ya geldi. O, şiir okumaktan çok sazı konuşturmaya başladı. Okuduğu Türkülerle
hepimizi büyüledi, seyirciyi ve dinleyiciyi çok etkiledi ve büyük alkış aldı.
Program
bitince hep birlikte sahneden indik. Bu gece için özel hazırlanmış olan
çiğköfte, künefe ve demli çaylarla geceyi noktaladık. Hey gidi devran hey!
Allah
(c.c), kardeşimiz Mehmet Ragıp Karcı’yı, 26 Şubat 2020 de Darül beka’ya aldı.
O, bu geçici konaktan ebedi yurduna göç etti. Çünkü
’Demir
almak günü gelmişti zamandan’…
KAYNAK:
Mehmet Atilla Maraş / Şair Mehmet Ragıp Karcı’nın Ardından (ankaraekspresi.com,
10.03.2020).