Şair, Yazar, Düşünür. 19 Eylül 1944, Kayseri doğumlu. Sökeli bir polis memurunun altıncı çocuğudur. Kastamonu’da, 1955 yılında Abdülhak Hâmit Tarhan İlkokulunu bitirdi. Ailesi, İsmet Özel’in ilkokulu bitirdiği yıl Kastamonu’dan Çankırı’ya taşındı. Ailenin Çankırı’ya taşındığı yıl babası emekli oldu. Ortaokula Çankırı Lisesinin orta kısmında başladı. Çankırı’da dört yıl kalan Özel ailesi daha sonra Ankara’ya taşındı. Lise biri de Çankırı’da okuyan Özel, Ankara’da Gazi Lisesine başladı. Lise sonda matematik dersinden kaldı ve bir yıl gecikerek mezun oldu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine girdi. Birinci ve ikinci sınıfları ikişer yıl okudu. Dört yıl sonra okula devam etme imkânı olduğu hâlde, ayrılma kararı aldığı için Siyasal Bilgilerden ayrıldı. Şiire çocuk yaşlarda ilgi duydu. 1962 yılından itibaren düzenli ve disiplinli bir şekilde şiirle uğraşmaya başladı. Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuduğu yıllarda yirmi beş şiir yazdı.
İlk şiiri, 1963 yılında Yelken
dergisinde yayımlandı. Siyasal Bilgiler Fakültesine başladığı yıllarda kendini
sosyalist dünya görüşü içinde tanımladı. 7 Aralık 1963 tarihinde Türkiye İşçi
Partisine üye oldu. Bu partinin genel merkezinde çalıştı, birçok faaliyetine
katıldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü yönetim kurulunda, yönetim
kurulu sekreterliği yaptı. Daha sonra bu kulüpte asbaşkan olarak görev aldı.
1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden arkadaşlarıyla birlikte Dönüşüm
adlı siyasî bir dergi çıkardı. Beş sayı süren bu derginin hazırlanması ve
sokaklarda satılmasında etkinlik gösterdi. Sonradan adı Dev-Genç olarak
değiştirilen Fikir Kulüpleri Federasyonunun kurucuları arasında yer aldı.
1966 yılında ilk şiir kitabı Geceleyin
Bir Koşu’yu kendi yayını olarak çıkardı. Sekiz yüz bin lira tutan baskı
masrafını babasından aldığı iki yüz elli bin lirayla denkleştirdi. Kitapların
büyük bir kısmı TİP’in teşkilatlarına dağıtıldı. Kitaptan elde edilen meblağın
tamamı partinin kasasına gelir olarak kaydedildi. 1967 yılında askere gitti.
Askerliğini sakıncalı bir onbaşı olarak Sivas, Konya, Elazığ ve Muş’ta
tamamladı (1969). Muş’ta askerliğini yaparken babası Ahmet Özel’i kaybetti.
1969 yılında, Ant
dergisinde yayımlanan bir açık oturumda, toplumcu şiir anlayışının savunulması
doğrultusunda etkili bir çıkış yaptı. 1969 yılı, bu çıkışın uzantısında
değerlendirilebilecek Halkın Dostları dergisinin hazırlık çalışmalarıyla
geçti. Arkadaşlarınca derginin sahipliği ve yönetmenliğine seçildi. Derginin
İstanbul merkezli olmasına karar verildiği için Ankara’dan İstanbul’a taşındı.
Burada, geçimini temin için Artel Yayın Şirketi adlı bir kuruluşta kısa bir
süre çalıştı.
Halkın Dostları’nın ilk on
iki sayısı (ilk sayı Mart 1970) İsmet Özel’in yönetiminde çıktı. İsmet Özel, on
ikinci sayıdan sonra aktif olarak dergide kalmasına rağmen, bazı
sorumluluklarını arkadaşlarına devretti. Dergi, 12 Mart 1971 muhtırası
çerçevesinde on sekizinci sayısındayken sıkıyönetimce kapatıldı. İlk iki sayısı
İstanbul’da çıkan Halkın Dostları üçüncü sayısından itibaren (Mayıs
1970) Ankara’ya taşındı. Nisan 1970’te Ankara’ya dönen İsmet Özel, Türkiye
İnşaat Mühendisleri Odasında işe başladı.
1969 yılında büyük yankılar
uyandıran Evet, İsyan adlı ikinci şiir kitabını çıkardı. İkinci
Yeni etkisinin hissedildiği ilk şiirlerini Geceleyin Bir Koşu’da
toplayan İsmet Özel, bu kitabıyla, modern şiirimizin İkinci Yeniyle kazandığı
aşamayı özümsediğini gösterdi. İkinci kitabı Evet, İsyan’da
şiirini bir ana fikre dayandırmaya, bir dünya görüşüyle buluşturmaya, yaşanan
hayat ve yaşayan insanı merkeze alarak kurmaya ayrı bir önem atfetti. İmge
yoğunluğunun öne çıktığı şiirlerini, şiirin yapısını zedelemeden insan ve
hayatla buluşturmada gösterdiği başarı, modern şiirimizin İkinci Yeniyle elde
ettiği kazanımlara yeni bir açılım getirdi. Evet, İsyan’ın gördüğü
büyük ilgi bu açılımın beklendiğinin, bağlantının doğru kurulduğunun bir başka
kanıtıydı.
İsmet Özel’i, ikinci kitabı Evet,
İsyan’a ve oradan Halkın Dostları’na ulaştıran süreç, 1965
yılında Şiir Sanatı dergisinde yayımlanan “Partizan” şiiriyle başlatılabilir.
“Partizan”la başlayan süreç, aynı yıl yayımlanan “Çağdaş Bir Ürperti”, “Bir
Devrimcinin Armonikası”, “Sevgilime Bir Kefen” şiirleriyle güçlenmiş, 1966
yılında Cemal Süreya’nın dergisi Papirüs’te yayımlanan “Kan Kalesi” ve
“Evet, İsyan” şiirleriyle iyice somutlaşmıştır. İlk kitabını 1966 yılında
çıkarmasına karşılık, 1965’te yazdığı ve şiirini yeni bir aşamaya taşıdığının
göstergesi sayılan bu şiirleri ilk kitabına almayışı, İsmet Özel’in kendi
şiirine dair bilinçli bir istikamet fikrine sahip olduğunu göstermektedir.
Bütün şiiri boyunca, ilk plânda
telâffuz edilen; ifadeyi sıkıştırarak yoğunlaştırmaya, kelime seçimine, ses
unsuruna, imge yoğunluğuna, bütünlük ve mısraya verdiği önem, İsmet Özel
şiirinde şiir işçiliğini en üst seviyeye çıkardı. Özellikle ikinci kitabından
sonra şiiri imge ve hayalden ibaret görmenin sonucunda insan ve toplumdan
kopararak kendi içinde bir kısır döngüye sıkıştıran anlayışlara karşı, şiiri
bir dünya görüşünün içinde tutmaya özen gösteren; fakat şiirde ilk gayenin yazılan
metnin şiir olması gerekliliğini unutmadan; şiiri bir dünya görüşünün yedeğine;
ikinci plâna atmadan, şiirinden, hem içinde yaşadığı çağın belâlarına maruz
kalmış insanın izlenebilmesi hem insanın ontolojik boyutuna ilişkin temel
meselelerin araştırılmasının daima öncelenmesi hem de içinde yaşadığı topluma
hitap edebilmesi, bir şair olarak kendi anlamını ve şiirinin anlamını içinde
yaşadığı toplumun anlam dünyasında araması onu Türk şiirinin büyük ustaları
katına taşıdı.
1971-72 yıllarında, Hacettepe
Üniversitesine girmeden önce, bir eczanede kalfa olarak çalıştı. 1972 yılında
Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi. Buradan 1977
yılında mezun oldu. Buradaki öğrenciliği boyunca annesiyle birlikte yaşadı.
Babasından kalan emeklilik maaşıyla geçindiler. Bu yıllarda okul ve şiir bütün
hayatını kapladı.
1970’li yılların başlarında
kendisine bir din, bir yaşama biçimi olarak Müslümanlığı seçti. 1974 yılında
Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş dergisinde yayımladığı “Amentü” adlı
şiirle Müslümanlığını herkese ilân etti. 1975 yılında, yaşadığı dönüşüme
şahitlik eden şiirlerin toplandığı üçüncü şiir kitabı Cinayetler Kitabı’nı
çıkardı. Aynı yılın sonlarına doğru (Ekim 1975) Ticaret Bakanlığında memur
olarak çalışmaya başladı. Ocak 1976’da Necla Aslandoğdu’yla evlendi. Bu
evlilikten Hasan Sacit (1976), Oruç (1978), Esma Bike (1983) ve Hesna Begüm
(1986) adında dört çocuğu oldu.
İsmet Özel’i “Amentü” şiirine
getiren süreci şiirlerinden izlemek mümkündür. Çeşitli yazı ve söyleşilerinde
kendisini hem sosyalizme hem İslâmiyet’e getiren birinci sebebin şiir olduğunu
belirtmektedir. Şiire başlamaya karar verdiği yıllarda öncelikli olarak
yazacağı şiire (kuracağı yapıya) bir temel arayışına giriştiğini, bu arayışı
çerçevesinde lise son sınıftayken düzenli olarak Kur’an-ı Kerim meali
okuduğunu, meal okumaya başlamadan önce büyük bir özenle abdest aldığını; ama
aldığı, dinden bağımsız eğitim neticesinde bu çabasını anlamlandıramadığını, iç
dünyasında bir karşılık bulamadığını belirtmiş, arayışı onu sosyalizme
götürmüştür. Şiiri, insanın mahiyetinin kavranışına dair özel bir
bilgi alanı sayan İsmet Özel, bütün şiiri boyunca, varoluşunu merkeze alarak
giriştiği araştırıcı tavırdan vazgeçmedi. Varlık sırrına erme çabası onu
“Amentü”ye kadar getirdi. Kendisini sosyalizme götüren sebepler neyse, o
sebepler sayesinde Müslümanlığa ulaştığını beyan etti.
Hayatının bu yeni döneminde ilk
şiirini, modern şiirimizin öncülerinden Sezai Karakoç’un dergisi Diriliş’te
yayımladı. Sezai Karakoç’la tanışmasına, Mülkiye çevresinden; fakat edebiyatla
ilgisi bulunmayan ortak bir tanıdıkları aracılık etti. Turgut Uyar, Cemal
Süreya, Edip Cansever, Ece Ayhan, Behçet Necatigil gibi Türk şiirinin önemli
şairleri tarafından şiirinden övgüyle söz edildi.
1977 yılında Yeni Devir
gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Yeni Devir’de çalışmaya başlamadan
önce Ticaret Bakanlığındaki memuriyetinden istifa etti (18 Nisan 1977). 1977-79
ve 1981-82 yılları arasında Yeni Devir’de gazete yazarlığı yaptı. Yeni
Devir’le başlayan yazı hayatı değişik aralıklarla Millî Gazete ve Yeni
Şafak gazeteleriyle Gerçek Hayat dergisinde sürdü. Dikkatlerin
Kur’an-ı Kerim’de yoğunlaşmasını sağlamak, İslâmî siyaset yaklaşımına destek
vermek amacıyla sürdürdüğü yazılarına, 4 Ağustos 2003 tarihinde, “Bir Zamanlar
Bir İsmet Özel Vardı” (Millî Gazete) başlıklı yazısıyla son verdi.
1977 yılından başlayarak kaleme
aldığı gazete yazılarının çoğunu kitaplar hâlinde bir araya getirdi. Sanattan
siyasete, kültürden bilime birçok konuyu ele aldığı yazılarında bir aydının
kendi dayanaklarına bağlı kalarak dünya karşısında etkin olabilmesinin
imkânlarını araştırdı. Yazılarında güncel siyasî gelişmelere nadiren yer verdi.
1978 yılında ilk düzyazı kitabı Üç
Mesele’yi çıkardı. Teknoloji, medeniyet ve yabancılaşma kavramlarının
merkeze alındığı bu kitap ilgiyle karşılandı. Bu eserinde ve gazete
yazılarında, dünyanın işleyişini kontrol eden egemen gücün kontrolünden
çıkabilme şartı olarak, farklı bir değerler sistemi içinde kendi dünyasını
kurma gerekliliğini dile getirdi. Yazı hayatı bu temel kaygı çerçevesinde
gelişti.
Bu yazıların içinde ayrı bir yer
tutan Cuma Mektupları’nda Türkiye’nin çıkış yolları üzerinde yoğunlaştı.
Türkiye’nin yaşadığı kimlik krizine reel cevaplar aradı. Dünya sistemi adını
verdiği güç odaklarınca tedavüle sokulan küreselleşme, evrensellik, hümanizm,
demokrasi, insan hakları, çevrecilik… gibi kavramları ve böyle kavramlar
karşısında kendilerini edilgin bir konuma yerleştiren anlayışları sert
eleştirilere tâbi tuttu. Anti-kapitalist, anti-emperyalist bir çizgide
ilerleyen yazılarında Türkiye’nin çimentosunun İslâm olduğu fikrini savundu.
Cuma Mektupları, ilk önce Millî
Gazete’de, haftada bir cuma günleri yayımlandı ve bu yazılar Cuma
Mektupları’nın ilk beş cildinde toplandı. Millî Gazete’de, 4 Kasım
1988’de başlayan mektuplar 3 Nisan 1992’de bitti. Dokuz yıllık bir aradan sonra
ikinci defa, haftalık haber dergisi Gerçek Hayat’ta başladı. “Kimin
Restini Görmek Kime Düşer?” (Gerçek Hayat, sayı: 33, 8 Haziran 2001)
adlı mektupla yeniden başlayan “Cuma Mektupları”, gazete yazılarına son vermek
şeklindeki kararının uzantısında, “Şuara-i Türkî vü Menafiî Millî” (Gerçek
Hayat, sayı: 136, 30 Mayıs 2003) başlıklı mektupla son buldu. Mektupları
bir bütün olarak on ciltte toplandı.
1980 yılında, şiir anlayışını
ortaya koyduğu Şiir Okuma Kılavuzu’nu yayımladı. Dünya karşısında Türk
şairinin durduğu yeri gösteren bir eser olan Şiir Okuma Kılavuzu’nu, Sanat
Olayı (Ocak 1982), Yazko Edebiyat (Nisan 1982), Yeni Gündem
(16-28 Şubat 1985; 1-15 Mart 1985; 16-31 Mart 1985; 1-15 Nisan 1985)
dergilerinde yazdığı altı yazı ve Dergâh dergisinin ilk yılında (Mart
1990-Şubat 1991) yazdığı on iki yazıyla genişletti. Bu yazılarla daha bir
bütünleşen Şiir Okuma Kılavuzu, Türk şiirinin ve modern şiirin
kavranışına köklü katkılar yaptı.
1980 yılında Yeryüzü Yayınlarının
yönetmenliğini üstlendi. 1988-94 yılları arasında Çıdam Yayınlarını kurdu ve
yönetti.
Kanal 7 televizyonunda haftada
bir yayımlanan, İsmail Kara’nın sunduğu, “İsmet Özel’le Başbaşa” adlı programda
entelektüel gündeme ilişkin görüşlerini anlattı. İsmail Kara’yla yapılan bu
program, 22 Ocak 1995 tarihinde başlayıp 26 Eylül 1997 tarihinde bitti. Arada
atlama olmadan yaklaşık üç yıl sürdü.
18 Nisan 1977’de Ticaret
Bakanlığındaki görevinden istifa ederek Yeni Devir’de çalışmaya başlayan
İsmet Özel, 1979 yılında buradaki işinden ayrıldı. 1979-81 arası işsiz kaldı.
Bu dönemde kütüphanesinden kitap satarak ailesinin geçimini temine çalıştı.
Aynı dönemde bir mimarlık dergisine mimariyle ilgili tercümeler yaptı. 1981
yılında Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Konservatuarında Fransızca okutmanı
olarak çalışmaya başladı. YÖK’ten sonra adı Mimar Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuarı olarak değiştirilen bu kurumda on sekiz yıl çalışarak emekli
oldu. Akabinde Bilgi Üniversitesinde klasik ve modern şiir dersleri vermeye
başladı.
1984 yılında dördüncü şiir kitabı
Cellâdıma Gülümserken’i çıkardı. 1987 yılında ilk dört kitabını, Erbain
/ Kırk Yılın Şiirleri başlığı altında topladı. Erbain’den
sonra uzun bir süre şiir yayımlamadı. Ocak 1992’de yayımladığı “Mevsimlerin
İnsana Yaptığı Fenalıklar” (Dergâh, sayı: 23, Ocak 1992) adlı şiiri,
haftalık haber dergilerinde, “İsmet Özel Yeniden Şiire Merhaba Dedi”
başlıklarıyla haber yapıldı (Tempo, 12 Ocak 1992). Yedi yıl süren bir
aradan sonra Bir Yusuf Masalı adlı yeni şiir kitabını çıkardı. 2003
yılında şiirlerinden yapılmış bir seçki olan Çatlıycak Kadar Aşkî’yi
yayımladı. Bu kitapta, 1992’den itibaren değişik yıllarda yayımlanmış yedi yeni
şiirine yer verdi. Son şiir kitabı Of Not Being A Jew, 2005 yılında yayımlandı.
1988 yılında çıkardığı Waldo
Sen Neden Burada Değilsin’de hayatını anlattı. Otobiyografisini,
Türkiye’nin yakın tarihi üzerine kurdu. 1989 yılında annesi Sıdıka Özel’i
kaybetti.
İsmet Özel, Bilgi Üniversitesi’nde
ders vermektedir. Evli ve dört çocuk babasıdır.
İlk şiiri 1963’te yayımlanan
İsmet Özel’in şiirleri; Yelken, Türk Dili, Dönem, Dost,
Mülkiye, Evrim, Yapraklar, Devinim LX, Şiir
Sanatı, Papirüs, Yeni Dergi, Halkın Dostları, Diriliş,
Sanat Olayı, Hürriyet Gösteri, Dergâh, Adam Sanat, Gerçek
Hayat, Merdiven Şiir dergilerinde ve “www.ismetozel.org” adlı
internet sitesinde yayımlandı. Dergilerde yayımladığı her şiirini hiçbir
değişikliğe uğratmadan kitaplarına alan İsmet Özel’in şiirleri İngilizce,
Fransızca, Rusça ve Letoncaya tercüme edildi.
Ödülleri:
Taşları Yemek Yasak adlı
kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Deneme Ödülünü (1985) ve 16-20 Eylül 1991
tarihleri arasında yapılan XII. Dünya Şairler Kongresince verilen Uluslararası
Yunus Emre Ödülünü kazandı. Şilili şair Gabriela Mistreal’ın Nobel Edebiyat
Ödülünü alışı münasebetiyle her yıl bir ülkeden bir şaire verilen “Gabriela
Mistreal Nişanı” ödülüne, ödülün ellinci yılında Türkiye’den İsmet Özel lâyık
görüldü (1996). 2005 yılında Türkiye Yazarlar Birliği “Üstün Hizmet Ödülü”nü
aldı.
İsmet
Özel İçin Ne Dediler?
“İsmet Özel’in Cellâdıma Gülümserken’ini
okuyorum. Gerçek bir şair o. Bu kitabında kendi kişisel
serüveninden çıkarak yoğun bir şiir yaratıyor. Dilin ustası.” (Cemal
Süreya)
***
“İsmet Özel, değil öyle
atlanacak, Türk düşüncesinde ve şiirinde büyük bir işlevi olan ve
Türkçenin en etkin ve önemli üç dört şairinden biridir.” (Ece Ayhan)
***
“İkinci Yeni çığırının
1960’tan sonra girdiği ‘duruluş dönemi’nin şairlerinden biridir
İsmet Özel. İkinci Yeninin akrobatik biçim oyunlarıyla yaralanmış ilk
döneminden sonra, şairce yaratılışının en doğal katkısıyla, duruluş
döneminin önde gelen şairleri arasına katılmıştır. Ham şiir yapısının o
sancılı kişiliğiyle, Tamer, Cansever, Uyar, Süreya,
Özer gibi öncülerden meydana gelen ‘hareket’ noktasını taşmış,
tekliğini ilân eden bir şiir gezegenine doğru yönelmiştir. Şu
partizanlığı da bir hâl yoluna koyabilirse, günden güne büyüyen bir şair
olmaması için hiçbir sebep yok.” (Eser Gürson)
***
“20. yüzyıl Türk
mütefekkirleri arasında Türkiye’yi bir varlık, bir merkez, bir
vasat, yol arkadaşı bulunabilecek, yürünebilecek bir zemin olarak
yeniden inşa ve ihsas etme konusunda İsmet Özel’in yanına konabilecek kaç insan
var? (…) I. Dünya Savaşı sonrasının ağır şartlarında, dâru’l-İslâm
olarak galip kâfirlerin önünden kaçırılarak / çekip alınarak kurulan ve
nüfus olarak da Müslümanlaştırılması başarılan Türkiye’de bugün iki millet
yaşıyor. İki milletin teke indirilmesi Türkiye’nin en önemli meselesidir.
O zaman ‘millet’, ‘Türk milleti’ denen varlığın ne
olduğu, diğer milletlerden ayırt edici hususiyetlerinin niçin ve nasıl
teşekkül ettiği, bugün hangi donanım ve siyasetle ayağa
kaldırılabileceği hayat memat meselesi olarak ele alınmalı, irdelenmelidir.
İsmet Özel bu hat üzerinde düşünce tarihimiz açısından fevkalâde önemli
-ne yazık ki bilgi yetersizliği, fikrî tembellik, indirgemecilik
ve ideolojik saplantılar yüzünden en az anlaşılan, hatta ona karşı
husumetlere sebep teşkil eden- felsefi tenkitler, tahliller, yorumlar
getirmiştir.” (İsmail Kara)
***
“Evet, İsyan’da
topladığı şiirleriyle 1960 sonrası toplumsal şiirimizin en ilginç ve seçkin adı
olarak belirdi.” (Ataol Behramoğlu)
***
“İsmet Özel ismi etrafında
oluşturulan birtakım kişisel haber ve yorumların varlığını irdelemekten ziyade
onun, kırk yıldan fazla yazı dünyası içerisinde bulunduğu süreci ve bu sürece
katkı sağlayan ilişkiler bütününü göstermektir arzumuz. Etkili ve bu etkisini
karşıt düşünce ortamında bulunanların bile kabullendiği bir şair ve aynı
zamanda modern düşünce çağında birtakım hayati kavramların etrafında geniş bir
tefekkür sahası açan metinleri ile İsmet Özel, sürekli genişleyen bir damar
olarak varlığını hissettirmekte, şiirleri ve yazılarıyla ilgi odağı olmaya
devam etmektedir.
İsmet Özel’e dönük eleştirilerin önemli bir bölümü ‘anlamak’
üzerine yoğunlaşırken, kişisel serzenişler edebiyat sayfalarının ve
mahfillerinin yegâne konusu olarak daha çok kişisel tarife matuf ‘kibir’
dolayımında yapılmaktadır. Oysa tersine, bu vakurca tavır Özel’in şahsiyetini
oluştururken özellikle vurguladığı ‘kendi işini kendin görmelisin’ açıklığıyla
anlattığı ve bir tutum olarak varlığını korumak için sığındığı tek silah olarak
durmaktadır.” (Reşit Güngör Kalkan)
ESERLERİ:
Şiir: Geceleyin Bir Koşu (1966), Evet, İsyan (1969), Cinayetler
Kitabı (1975), Şiirler
1962-1974 (1980), Şiir Kitabı
(1982), Cellâdıma Gülümserken
Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar (1984), Erbain / Kırk Yılın Şiirleri (1987;
cd ekiyle birlikte 2005), Bir Yusuf Masalı (1999; cd ekiyle
birlikte 2004), Çatlıycak Kadar Aşkî (2003),
Of Not Being A Jew (2005).
Deneme: Üç Mesele (1978), Zor Zamanda Konuşmak (1984), Taşları Yemek Yasak (1985), Bakanlar ve Görenler (1985), Faydasız Yazılar (1986), İrtica Elden Gidiyor (1986, 2014), Surat Asmak Hakkımız (1987), Tehdit Değil Teklif (1987), Cuma Mektupları-1 (1989), Cuma Mektupları-2
(1989), Cuma Mektupları-3 (1990), Cuma Mektupları-4
(1991), Cuma Mektupları-5 (1992), Tahrir Vazifeleri-1
(1992), Tahrir Vazifeleri-2 (1992), Tahrir Vazifeleri-3
(1992), Tahrir Vazifeleri-4 (1992), Tahrir Vazifeleri-5
(1992), Tahrir Vazifeleri-6 (1993), Tahrir Vazifeleri-7
(1993), Tahrir Vazifeleri-8 (1993), Tahrir Vazifeleri-9
(1993), Tahrir Vazifeleri-10 (1993), Tahrir Vazifeleri-11
(1993), Tahrir Vazifeleri-12 (1994), Neyi Kaybettiğini Hatırla (1995), Ve’l-Asr (1995, 2013), Tavşanın
Randevusu (1999), Bilinç Bile
İlginç (2000), Cuma Mektupları-6 (2002), Cuma Mektupları-7
(2002), Cuma Mektupları-8 (2002), Cuma Mektupları-9
(2003), Cuma Mektupları-10 (2004), 40 Hadis (2004), Henry
Sen Neden Buradasın-I (2004), Henry
Sen Neden Buradasın-II (2004), Kalın Türk (2006, 2013), Toparlanın
Gitmiyoruz 2 (2008), Küfrün İhsanı Olmaz (2013), Üç Zor Mesele / Teknik -
Medeniyet – Yabancılaşma (2014), Faydasız Randevu (2014), Türk Olamadıysan
Oldun Amerikalı (2015), Desem Öldürürler Demesem Öldüm (2016), Toparlanın
Gitmiyoruz 3 (2017), Dil İle İkrar (2017), Başını Örten Kızlar Felsefe
Bilmelidir (2018), Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklal Yürüyüşü (2018)
Poetika: Şiir Okuma Kılavuzu (1980).
Anı: Waldo Sen Neden Burada Değilsin
(1988).
Söyleşi: Sorulunca Söylenen (1988, 1999).
Mektup: Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (Ataol Behramoğlu’yla
karşılıklı mektupları, 1995).
Çeviri: Gariplerin Kitabı (Ian Dallas /
Abdülkadir es-Sûfi’den, 1979), Cihad (Ian Dallas / Abdülkadir es-Sûfi’den,
1980), Osmanlı İmparatorluğu ve İslâmî
Gelenek (Norman Itzkowitz’den, 1989), Siyasî Felsefenin Büyük Düşünürleri (W. Ebenstein’den, 1997).
Hakkında
Yazılan Kitaplar: Reşit Güngör Kalkan
/ Ben İsmet Özel Şair – Bir Portre Denemesi (2010), Fatih Öztürk / Sokrates
ve İsmet Özel
(2015), Selahattin Yusuf / Bir Masal İsmet Özel'i (2018).
KAYNAKÇA: Eser Gürson / Geceleyin Bir Koşu (Yeni
Dergi, Eylül 1966), Mustafa Kutlu / Üç Mesele (Hareket, Nisan 1979), Ebubekir
Eroğlu / Amentü ve Öncesi (Yönelişler, Mart 1983), Binnaz Toprak / İki Müslüman
Aydın: Ali Bulaç ve İsmet Özel (Kitap Dergisi, Ekim 1986), Mehmet H. Doğan /
Evet İsyan’dan Sünni Şaire (Adam Sanat, Ağustos 1990), İhsan Işık / Yazarlar
Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü
Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Michael
E. Meeker / Türkiye Cumhuriyetinin Yeni Müslüman Aydınları (Bilgi ve Hikmet,
Kış 1993), İsmail Kara
/ Türkiye’de
İslâmcılık Düşüncesi (1994, c. 3, s.
595-696), İsmet
Özel’in Dünya Sistemi Ve(rsus) Türklük Tasavvuru (Dergâh, Ocak 2006), Reşit
Güngör Kalkan / Ben İsmet Özel Şair –
Bir Portre Denemesi (2010), Fatih Öztürk / Sokrates ve
İsmet Özel
(2015), Selahattin Yusuf / Bir Masal İsmet Özel'i (2018), İsmet Özel Kitapları
(idefix.com - kitapyurdu.com, 01.02.2019).
AMENTÜ
İsmet ÖZEL
İnsan
eşref-i
mahlûkattır derdi babam
bu
sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama
bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu
söz asıl anlamını kavradı
geçti
çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti
tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış
rakamların yarıklarından sızarak
bu
söz yüreğime kadar alçaldı
damar
kesildi, kandır akacak
ama
kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak
kelimeler boşandı
aşk
için karnıma ve göğsüme
ölüm
için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk
ve ölüm bana yeniden
su
ve ateş ve toprak
yeniden
yorumlandı.
Dilce
susup
bedence
konuşulan bir çağda
biliyorum
kolay anlaşılmayacak
kanatları
kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık
yağda boğulan yapıların arasında
delirmek
hakkını elde bulundurmak
rahma
çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana
deha değil
belgeler
gerekli
kanıtlar,
ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe
kaç gece yıllarca
acıyan,
yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim
neden bazı saatler
alaturka
vakitlere ayarlı
neden
karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı
desem
kötü
bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma
bile gelmezdi
babam
onbeşli olmasa.
Meyan
kökü kazarmış babam kırlarda
ben
o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret
parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde
kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda
yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar
yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her
sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin
anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli
bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa
hergün
merkep
kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes
firmasına satan babamdı.
Budur
işte
bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte
şehirleri bayındır gösteren yalan
işte
mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler,
sürgünler, gençlik acılarıyla
güç
bela kurduğum cümle işte bu;
ten
kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin
olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun
evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile
bir bir çınlayan
ihtilal
haberidir
ve
gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan
ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan
grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım
beyaz bulutlara karşı obur
marşlara
ayarlanmak hevesindeki sesim
gider
şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz
ağlayabilmek için
fotoğraflar
çektirir
babam
seferberlikte
mekkâredir.
İnsanın
gölgesiyle
tanımlandığı bir çağda
marşlara
düşer belki birkaç şey açıklamak
belki
ruhların gölgesi
düşer
de marşlara
mümkün
olur babamı
varlık
sancısıyla çağırmak:
Ezan
sesi duyulmuyor
Haç
dikilmiş minbere
Kâfir
Yunan bayrak asmış
Camilere,
her yere
Öyle
ise gel kardeşim
Hep
verelim elele
Patlatalım
bombaları
Çanlar
sussun her yerde
Çanlar
sustu ve fakat
binlerce
yılın yabancısı bir ses
değdi
minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir
babam
Cumhuriyetin
bir kuludur
bense
anlamış
değilim böyle maceralardan
ne
Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu
karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus
cüzdanımda tuhaf
ekmek
damgası durur
benim
işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin
ıslak tadına doğru
yavaş
yavaş uyanmak
çocuk
kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız
cenazelerine bine bine
temiz
döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak
dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum
banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız
yaşamakları
silâhlanmak
sanarak
çıkardım
boğaza
tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda
güneşler halka dağıtmak için
halkı
suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım
caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış
zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly
Pan-Am
drink
Coca-Cola
Tutun
ve yüzleştirin hayatları
biri
kör batakların çırpınışında kutsal
biri
serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere
ulanmakta ustadır
hayatsa
bir başka hayata karşı.
Orada
aşk
ve çocuk
birbirine
katışmaz
nasıl
katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi
tehlikesi peşinden gider insan
putların
dahi damarından
aktığı
güne kadar
sürdürür
yorucu kovalamacayı.
Hanidir
görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde,
hangi yöremizde zihnin
tunç
surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı
bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti
broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi
cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim
yapraklarının arasını dolduran
nedir
o katı şey
ki
gücü
gönlün
dağdağasını durultacak?
Hayat
dört
şeyle kaimdir, derdi babam
su
ve ateş ve toprak.
Ve
rüzgâr.
ona
kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş
çamurun zifiri korkusunu
ham
yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi
alemlere zerkederek
varoldum
kayrasıyla Varedenin
eşref-i
mahlûkat
nedir
bildim.
(1974)
İsmet
Özel
Kayıt
Tarihi : 19.12.2000 06:09:00
Ben İsmet Özel, şair, kırk
yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu,
bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan
yaratıldı kâinat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can
verildi
linç edilmem için artık bütün
deliller elde
kazandım nefretini
fahişelerin
lânet ediyor bana bakireler
de
Sözlerim var köprüleri
geçirmez
kimseyi ateşten korumaz
kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı
buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izledi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis
kayıtlarına.
Haytanın biriyim ben, bunu
bilsin insanlar
Ruhumun peşindedir zaptiyeler
ve k maliye
Kara ruhlu der bene görevini
aksatmayan kim varsa
laboratuarda çalışanlara
sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal’de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin
gözünde.
Acaba ki in bilen doğrusunu?
Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
şeytana satacak kadar bile
bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir
devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da
saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte
insanın
sinematografik bir hayatı
olabilir
o kibar çevrelerden gizli
batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır
gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki.
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz
insana
Doğruysa bu yargı
bu sonuç bu çıkarsama
neden peki her şeyi
bulandırıyor
ertelenen bir konferans
geç kalkan bir otobüs?
Milli şefin treni niçin
beyaz?
Ruslar neden yürüyorlar
Berlin’e?
Ne saçma! Ne budalaca!
Dört İncil’den Yuhanna’yı
tercih edişim niye?
Ben oysa
herkes gibi
herkesin ortasında
burada bu istasyonda, bu
siyah
paltolu casusun eşliğinde
en okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye
önümde bir yığın açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çenekli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir
diyecek,
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi var şunun şurasında?
Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle
ey insanlar!
Bana kötü
bana terk ettiğiniz düşünceleri
verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski
yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz
zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız
şakalar
ben aştım onlar, dediğiniz ne
varsa
bunda üzülecek ne var
dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul,
yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz
suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık atmaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?
Bakın ben bir çok tuhaf
marifetin yanı sıra
ilginç ödeme yolları bulabilen
biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali
hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi
düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız
karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgârın
vebası bende kalacak
durgun suyun sayhası varsın
bende biriksin
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa
kılıcımı
geri verecek benim.
Bir şehrin urgan satılan
çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin
buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar
ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın vakti
gelmiş demektir.
Duygular paketlenmiş, tecime
elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan
şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya
kelimesini
o dünyadan, o şiirden
öcalmalı demektir.
Ölüm gelir, ölüm duygusuna
karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla
tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik
şarkıları gayetle tıkız
öcalınmazsa çocuklar bile
birden büyüyebilir.
Yargı kesin: Acı çekmek ruhun
fiyakasıdır
kin, susturur insanı; adına
çıdam denir
susulunca tutulan çetele
simsiyahtır
o siyah öcalınmakcasına gür
ve bereketlidir.
Vandal yürek! Görün ki
alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine
canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun
anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse
öcalınmak gerektir.
Ucunda
ölüm olmayan şeyi ciddiye almak zorunda değiliz. Şiir de kendini ciddiye
aldıracaksa bize bir dirim habercisi olduğunu göstermek zorundadır. Ayak sürüyen
şiir dünya düzeninin ölgün ruhunda yuvalandığı için hesaba katılmaz; ama ayak direyen
şiir dünya düzenindeki öldüren ruha göndermede bulunduğu için korunmaya hak kazanır.
Her iki hâlde de şair insandaki duyarlı alanların kendi sesine açık tutulduğu
güvenini içinde taşır. Şairleri bu güveni kaybetmedikleri, bu yüzden de
insandaki duyarlı alanı bir bekleyişe dönüştürme çabasını terk etmedikleri için
affedebiliriz. Şairleri affedebiliriz, yine de bizimle birlikte bir ölüm kalım
savaşına girmedikleri sürece onları ciddiye almak zorunda değiliz.
Modern
şiir doğuşunu modern dünyada asimile olmamaya borçludur. Öyleyse bu ayak
direyişin örnekleri Türk şiirine çıkış yolunu gösterebilir. İyi bakıldığında
modern Türk şiirine varan yolun iki ana çizgiden oluştuğu fark edilecektir.
Bunlardan biri ethos ağırlıklı Fikret-Âkif-Nâzım çizgisi. Diğeri de pathos
ağırlıklı Yahya Kemal-Ahmet Hâşim çizgisidir. Birinci şiir çizgisi estetik
yapısını dilin coşkun, sarsıcı özelliklerinde arar. Ulaşılacak bir yer, hissedilecek
bir zaman ve birlikteliğinden yarar umulan insanlar vardır. Yeri, zamanı,
insanı yoğurmayı gözeten bir çizgidir Fikret-Âkif-Nâzım çizgisi. Dolayısıyla
hamurun mevcut olduğuna, milletin dinamizminin şiire ilişkin değerleri besleyip
büyüteceğine inanırlar. Kararlara doğrudur bu şiir. Bu şiiri önemli ve değerli
kılan kararların neler olduğu değil; kararlılığın olduğudur.
Yahya
Kemal ve Ahmet Hâşim’in temsil ettiği şiir çizgisinde estetik yapı dildeki
içkin özelliklerde aranır. Dille mekân arasındaki bağlantıyı verilmiş sayarlar.
Dilin zamanı yaratabileceğine, insanların dilde mukim oluşlarının meseleyi
çözeceğine inanırlar. Onları böyle inanışlarda rahat ettiren toplum örgüsüne
(örgütüne) duydukları güvendir. Devlete giden bir şiir değildir onlarınki,
devletten gelen bir şiirdir. Karar şiir dışındaki bir alanda verilmiş
bulunduğundan onlara kararın derinliğini ve yüceliğini iskandil etmek
kalmıştır.
Türk
şiiri modernleşmesini ethos ağırlıklı kanaldan değil de, daha ziyade pathos
ağırlıklı kanaldan akarak gerçekleştirdiyse bunun sebebini geçen zaman içinde
şairlerin devlete milletten daha fazla yaslanmakta sakınca görmeyişlerinde
bulabiliriz. Bu gerçek ne kadar belirgin olursa olsun; bir yandan devletin
şairleri umursamaz tutumu, diğer yandan şiir dilinin günden güne millete
açılmak zorunda kalışı hem anlayışta, hem söyleyişte bir kırma (hybride) tür
ortaya çıkardı. Şairler milleti gücendirdiler, devlete yaranamadılar.
Seçkinlere yaraşan bir şiir anlayışı yetkisiz ve etkisiz bir insan kümesinden
ilgi görüyor; yetkili ve etkili insanlar seçkin vasıflara sahip değil. Dünya
sistemi adı verilen merkezî devlet şiiri sindirmede yetersiz kaldığını
kanıtlayanların örgütü. Şairler burjuva enternasyonalizminin kendilerini icbar
ettiği çürümeyi çekmek veya pathos ağırlıklı şiirin hız kazandırdığı
modernleşmenin ethos ağırlıklı şiirdeki karşılığını keşfetmek tercihiyle
yüzyüzedirler.
Şairdeki
nobranlık yoğurmayı mümkün kılan kesinlikten başka bir şey değildir. Keşke
şair, milleti adına yüklendiklerinin haklı gerekçeleri yüzünden nobran olsa.
Keşke şair burjuva enternasyonalizmin müfsid değerlerine karşı kendini ve bizi
uyanık tutma yolunu seçse. Böyle bir seçim milletin dirimine yöneldiği zaman,
işte o zaman onları sadece affetmekle kalmaz; aynı zamanda şairlerin
ciddiyetini kendi ciddiyetimiz sayarız.
(Şiir
Okuma Kılavuzu, 1997)
NAAT
İsmet ÖZEL
Dinleyin
ey vakti duymak doruğuna varanlar
Falları
grafiklerde bakılanlar siz de işitin..
Külden
martı doğuran odalıklar
Ve
kahyalar
Kara
pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili
Şehvetsiz
çilingirler, yaltak çerçiler
Celepler
ki sıvışık, natırlar ki nadan
Ey
hayat rengini sazendelik sanan
Yırtlaz
kalabalık!
Dinleyin
bendeki kırgın ikindiyi,
Hepiniz
kulak verin.
Güneşin
Koskoca
beldeye suskunluk yaygısını serdiği
Yazlar
yok
Yok
artık altında suskun yolları saklı tutan
Karla
örtülmüş kırların kışı
Gitti
giden, yerine gelmedi başka biri
Orada
Duyumsatmadı
kendini hiçlik bile
Belli
ki son yüzyılımız göğsümüzden
Varla
yok harman eden sesi uçursak
Diye
bize verildi
Yetti
bir yüzyıl böcekler ve otlarda
Soluyuş
izlerimiz silmek için
Ne
yesek
Lokmaya
vurulur gibi değil
Yuduma
gelmiyor içtiklerimiz
Dernekler
toplanıyor dışta tutmak için
Kanat
vuruşlarını yumuşak tutan etkeni
Utançlı
sessizliği tanımaz kalemlerle
Kapanıyor
bilanço
Top
mermisi, kör testere
Defalarca
boyanmış çaput parçaları
Sıkıştırdık
günlerimiz arasına ki
Serazat
kahkahalar atalım
Yapmacıktan
nefretimiz
Sebep
olsun kavgamıza
Bekleyiş
arzından kovsunlar bizi
Ne
yemen biraz öncemiz diyelim
Ne
biraz sonramız meksika
Canı
pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
Yüzü
perdahla kavi, peçesi paramparça
Üstü
başı kükürtlü bu dünyadan
Kancıklık
Sıçradı
çevirdiğimiz sayfalara
Artık
kimse bize haber vermeyecek
Hemen
şu tepenin ardında
Saldırmaya
hazır ve müsellah
Bir
düşman taburu durduğunu
Çünkü
gerçekten yok
Böyle
bir ordu
Bir
düşmanımız kaldı
Kendi
Dudaklarımız
Arasında.
Biliyoruz
günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
Bizleri
yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
Çırpını
çırpını giden atlardan indik
Girmek
için patavatsız yurttaşlar sırasına
Zihnimiz,
acizlerin şikayetleri sığacak kadar
Kanırtılırken
ses etmedik
Öcümüz
alınacak korkusuyla irkildik
Kaldıysa
bir soru içimizde
O
da birşey:
Nerdedir
yerle gök arasındaki ulak,
Nerde
biz?.
Kimseden
bir işaret gelmeyecek
Bir
melek kimsenin alnını sıvazlamazsa
Söylemez
size kimse dünyadaki ömrü boyunca
Hiçbir
insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi
yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
Öğretmek
için cephe nedir
Kıyam
etti
Torunu
kucağında
Dönünce
bütün gövdesiyle döndü
Bir
bu anlaşılsaydı son yüzyılda
Bir
bilinebilseydi
Nedir
veche..
Dinleyin
ey vakti duymak doruğuna varanlar
Sıyırın
kahkaha sırçasını cildinizden
Omzunuzdan
vaveyla heybesini atın
Boşa
çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
Güler
yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
Neydi
söğüt gölgesinde gülümsemek
Ağız
dolusu gülmeden taşlıkta…
İsmet
Özel
I.
1973’ten beri adını
duyduğum İsmet Özel’le ilk vicahî karşılaşmam Cağaloğlu’nda Kazım İsmail Gürkan
Caddesi üzerindeki Malatyalılar Kahvesi’nde vuku buldu. Mustafa Kutlu ile
birlikte üçümüzdük. 1978 Eylülü olmalı. O günden aklıma kalan ifade ve hareket;
ritim için dizine vurarak yüksek sesle söylediği bir slogan: “Freedom now: Hemen
hürriyet.”
“İlk hâtır önemlidir”
der sûfiler ve peşi sıra ahlâkçılar. Benim İsmet Özel’le ilgili ilk hâtırım da
“hemen hürriyet.” (Sonradan yazdığı ve “özgürlük”le “hürriyet” arasına dakik
mesafeler koyan yazısını okuduktan sonra da “hemen hürriyet” benim için yerinde
kaldı.) Belki de Yeni Devir’deki köşesinin başlığı olan “Konuşmak”la
“hemen hürriyet”i kolay mezcetmiştim. Hürriyet peşinde koşan, fakat bütün büyük
mütefekkirler gibi fiilî durum ne olursa olsun ona yaklaştıkça uzaklaşan -çünkü
bir önceki merhaleye nisbetle yaklaşılan hedef, içinde bulunulan hâle göre
uzaklaşılması gereken bir şeydir artık- dolayısıyla aşkı, arzusu, bedbinliği,
ızdırabı, hüznü derinleşen şair-mütefekkir o günden bugüne yüzlerce düzyazının
altına imza attı. Bunların önemli bir kısmı da kitaplaştı. Birçok yazısında -ve
tabii birçok konuşmasında- şiir dışındaki metinlerin hiç değilse önemli bir
kısmını heyecanla, şevkle yazmadığını, kendisini yazmaya sevk eden veya icbar
eden şeyin sorumluluk yahut ahlâkî tutumunun kaçınılmaz uzantısı olduğunun
altını çizdi. (“Bugün yazmayacak olursam yarın kendimi suçlu hissetmekten
korktuğum bir gerçektir. (...) Düşündüğüm şey, yazdıklarımdan belli sonuçları
istihsal edip edemeyeceğim değil. Sadece yazma imkânı varken neden yazmadın
sorusuna muhatap olmamak, siperleri terk etmediğimi ifade edebilmek. Hepsi bu”
cümleleri ona ait.) Birkaç defa günlük-haftalık yazılarına ara verdi ve bir
daha bu tür yazılara dönmeyeceğini, hatta gazete-dergi yazılarından kitap
yapmayacağını bize ve okuyucularına deklare etti.
Fakat sorumluluk ve
ahlâkî tutumu her seferinde yakasına yapıştığında önceki beyanlarını ve
gerekçelerini bir tarafa koydu ve kıvamından memnun kalmasa da toprağa su
vermeye, denize kavuşup kavuşmayacağından emin olmasa da nehirler olup akmaya
devam etti.
Konuşmalarımızdan
edindiğim intibalara göre iki ana sebebi vardı bu çekilme kararlarının;
birincisi şiire, yani hayat meselesi olan esas alanına emek verme iradesini
hayata geçirebilecek bir zaman, bir “boşluk” bulma istikametindeki kuvvetli
arzusu; ikincisi de bir plân, muhteva ve düzen içinde bir (veya iki) kitap
yazma fikri. İsmet Özel’in başlığını koyup da hâlâ yazamadığı düzyazı
kitapların sayısı hayli fazladır (bendeki liste 20 civarında). Fakat ana eser
bir tane idi; 80’lerin başlarında adı Müslüman Dünya Görüşü şeklinde
konmuştu, plânı da heyecan vericiydi. 90’lara yaklaştığımızda bu kitabın adı Müslümanlar
Aydınlanabilir mi?’ye dönüşecekti. Belki bir üçüncü ana sebep daha
zikredilebilir: Türkiye’nin kritik dönemleri onu ne kadar yazı yazmaya icbar
ettiyse tehlikeli zamanlarda ortalıktan süratle çekilen kalemşorların siyah
bulutlar dağılır dağılmaz piyasaya döküldüğü zamanlar da onu yazma konusunda o
ölçüde isteksiz kılmıştır.
İsmet Özel’in
yazıları ve bu yazılardan oluşan kitapları, kitaplarının adları kendi hususi
maceralarından öte Türkiye’nin son çeyrek asırlık siyasî ve fikrî tarihinin üst
bir muhassalası, muhasebesi olarak da ele alınıp değerlendirilmeye ziyadesiyle
müsaittir. Hatta seviye, süreklilik ve tutarlılık hesaba katıldığında böyle bir
değerlendirme için yegâne tavır alış kaynağıdır desek hilaf-ı hakikat olmaz. Bu
yazı-kitaplar arasında hem telif tarzı ve siyaseti hem de yazıldıkları dönemler
itibariyle, şu anda 9 kitaplık bir hacme ve cesamete ulaşan Cuma Mektupları
hususi bir yerde duruyor. Bu hususi yerin irtibatlarıyla anlaşılabilmesi için
bence İsmet Özel’in asgari üç düzyazı kitabı daha nazar-ı itibara alınmalı ve
okunmalı. Bunlar kronolojik olarak Üç Mesele, Zor Zamanda Konuşmak
ve Tahrir Vazifeleri’dir.
II.
“Türkiye’deki
Müslümanlara yeni bir yayın aracılığıyla seslenmek, Cuma Mektupları ile
haberleşmek imkânını kullanmak istiyoruz. Müslüman çevrelerde bugüne kadar
süregelen haftalık yayın organlarına bir yenisini eklemekten daha fazla bir
‘yenilik’ var Cuma Mektupları’nda. Çünkü Cuma Mektupları mevcut
potansiyeli bir yöne sevk etmek için değil, yeni bir potansiyele ulaşmak
niyetiyle yayın alanına giriyor.
“Günümüze gelene
kadar ülkemiz Müslümanları ‘bizim’ diye adlandırdıkları birçok yayın, birçok
kuruluşla karşılaştılar. Bunların hepsi denebilecek bir çoğunluğu Müslümanların
özlemleriyle, nefretleriyle ve kırgınlıklarıyla beslenen bir canlılık sayesinde
kısa veya uzun bir ömrü yaşadılar, yaşıyorlar. Anlaşılmalıdır ki yayın olsun,
teşkilat olsun; Müslümanları temsil amacıyla ortaya çıkan çoğu şeyde güdülen
hedef yalnızca hazırda bulunan birikime yön vermek, biçim kazandırmak olmuştur.
“Oysa Müslümanlara
yapılan kâfir saldırısı geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca Müslümanların kendi
tavır ve düşünüşlerini de etkilemiştir. Bu yüzden yeni baştan Müslümanca bir
kavrayış ve uygulamaya geçebilmek için hazırda bulunan birikim esas alınamaz.
“İşte Cuma
Mektupları yeni bir potansiyel elde etmek ve bunu yaşayan, işleyen bir güç
olarak tecessüm ettirmek niyetiyle yayına başlıyor. Amaç; sahici ve sonuç
alınabilir bir İslâmî beraberliktir. Bunun tavizlerle değil, doğruların
cesaretle ortaya serilmesi suretiyle sağlanabileceğine inanıyoruz. Böyle bir
tutumda bizimle birlikte olmanız bizleri sevindirecektir.”
Bu yazı, Cuma
Mektupları adıyla çıkacak, başlık klişesi hazır bir derginin duyuru ve abone
mektubu. Üstünde İsmet Özel’in el yazısıyla Arapça “es-Selâmü aleyküm” yazısı,
altında da onun adı ve imzası var. Haftalık haber-yorum dergisi, 8 sayfa, 15
lira, 26 haftalık abonesi 300, 52 haftalık abonesi ise 600 TL.
1980 baharında
hareketlenen bu dergi projesi akamete uğradı, fakat İsmet Özel’in hâlâ devam
eden Millî Gazete yazarlığının bir dönemi bu başlık altında yazdığı tam
sayfa yazılarla başladı ve bitti. 5 kitap hâlinde basılan bu yazıların ilki,
bendeki kayıtlara göre 4 Kasım 1988, son yazı ise 3 Nisan 1992 tarihli. Yani
ANAP iktidarının -isterseniz yoğun 12 Eylül döneminin diyelim- zayıflamaya
başladığı dönemle son Demirel hükümetinin ilk icraatlarının görüldüğü aylar
arası kritik bir zaman. Son 4 Cuma Mektupları kitabının yazıları ise
2001 Haziran’ından itibaren haftalık Gerçek Hayat’ta yayınlanmıştı ve
bana kalırsa muhteva ve istikamet olarak 28 Şubat sonrası Yeni Şafak’ta
yazdığı ihatalı, derin ve vurgulu yazıların devamı mahiyetinde idi. (…)
(Kitap Haber, Haziran-Temmuz 2003)
Çocukluk ve öğrencilik yıllarının izleri
İsmet
Özel’in şiirinin köklerini bireysel, toplumsal ve entelektüel açılardan ele
alabiliriz. Her bir açı sonuçta aynı kapıya çıkar. Ancak birlikte ele
alınmaları daha doğrudur. Birinde muğlâk olan bir husus diğerlerinin yardımıyla
vuzuha kavuşturulabilir. Böylece bütün konulara değinilmiş olur.
İsmet
Özel’in şiirinin köklerine dair bilgileri, şiirinden iz sürerek önce hayatının
çocukluk, gençlik ve olgunluk evrelerindeki aile, okul, çevre, çalışma hayatı
ile yazarlık faaliyetleri dolayısıyla göründüğü, katıldığı ve bir şekilde
ilişki kurduğu ortamları anlayıp değerlendirerek yazı, söyleşi ve
konuşmalarında bulabiliriz. Bu, onun hayatını ve düşünce dünyasını dıştan içe
doğru okumaya; merkezinde şairin kendisinin yer aldığı bir şiiri
yansımalarından kavramaya çalışmak anlamına gelmektedir. Kısacası İsmet Özel’in
şiirinin köklerini onun yaşantısında bulabiliriz. Böyle bir yol, edebiyatımızda
(belki dünya edebiyatlarında) her şair ve yazar için geçerli olmayabilir. Bazı
şairlerin şiirinin köklerini inanç ve ideallerinde (Mehmet Âkif gibi), bazılarının
geçmiş ve aidiyet tasavvurlarında (Yahya Kemal gibi), bazılarının rüya ve
hayallerinde (Ahmet Haşim gibi), bazılarının mücadele ve kavgalarında (Necip
Fazıl ve Nâzım Hikmet gibi), bazılarının da adanmışlık ve misyonlarında (Sezai
Karakoç gibi) bulurken, İsmet Özel’in şiirinin köklerini büyük ölçüde
yaşadıklarında bulabiliriz. Yani bir anlamda onun şiiri önce kendi gerçekliğini
içerip yansıtmaktadır ve İsmet Özel, gerçekliğiyle zamanının aynası bir
şairdir. Edebiyatımızda yaşadığı zamanla, buna bağlı olarak mekân ve ortamla
kayıtlı en etkili ve özgün şiirlerden biri onun şiiridir. Bu yönüyle modern ve
işlevseldir. Şiir, çağdaş okuru yaşadıklarından, tanıklıklarından, yani bizzat
kendi dünyasından yakalar. Tabiî zamanın, insanın ve hayatın değişmesi şiirle
doğrudan kurulan ünsiyetleri azaltır ve giderek koparır. Bu da böyle şiirlerin
kaçınılmaz kaderidir.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin? ve Henry Sen Neden
Buradasın? 1, 2 adlı otobiyografik kitaplarında anlattığı kendisi, yazarın
entelektüel bir kurgusu olarak derinleştirilmiş bir şahsiyettir. Yani
anlattıklarında İsmet Özel’in hayatını/hayatından bir kesiti değil, bir hayat
tasavvuru üzerinden onun düşünce dünyasının bir cephesini buluruz. Ayrıca
anlattıkları, düşünüş biçimine dair ilginç/fantastik ögeler içerir. Bu ögeler
ise onun şiirini ve düşünce dünyasını değerlendirmek isteyen yorumcuların işini
kolaylaştırabilecek özelliktedir. Bu bağlamda hatıralarını anlatırken
kullandığı “zihnindeki resmin gerçeğinden daha parlak olması” anlamına gelen
ifadeleri, âdeta onun hayatı, şiiri ve düşünce dünyasının şifresi hükmündedir.
Gerçekliğin sınırlarını zorlayan bu olgu, onu hem dikkate değer hem de
erişilmez kılmaktadır.
İsmet
Özel’in şiirinin kendine has özelliklerini, ilkin şiirlerindeki çocuk imgesinin
çağrıştırdıklarında görürüz. Bu çağrışım ve yansımalar şaire götürür bizi.
Şairimiz, sosyal statüsü ve gelir düzeyi yönünden orta tabakanın altında bir
aileye mensuptur. Anlattığına göre babası, ailesini zor geçindiren bir polis
memuru, fakat ahlâk sahibi ve ilkeli bir kişidir. Mekteb-i Rüşdiye mezunu
olmasına rağmen polis memuru olmakla yetinmiş, zamanın şartlarını zorlayarak
fırsatçılık yapmamıştır. Şair, bu anlamda babasının kaderini tevarüs etmiş
gibidir. Ne var ki aralarında önemli bir fark vardır. Baba, ahlâkî davranır ve
kaderine razı olur. Oğul da ahlâkî davranır, ancak durumuna hemen razı olmaz;
hayatı ve yaşadıklarını sorgular ve tepki gösterir. Şairin babasıyla arasındaki
uyuşmazlık ve iletişimsizlik buradan başlar. Yani aile ortamı karakterini çoğu zaman
paralel yönde etkilemez. Mahrumiyet hissi benliğinde doyumsuz tatmin boşlukları
açar. Bu durum, zamanla kolay tatmin olmayan, kendinden başka herkesi/her şeyi
eleştiren bir hâletiruhiyeye sabitlenir. Zira eleştirel duygu ve düşünce
dönüştürücü özellikten yoksun olduğu zaman daraltıcı ve yok edici olur. Giderek
kişinin kendisini hedef alır ya da hedefe koyar. Böylece insan, kendi elleriyle
etrafındaki çemberi daraltmış olur.
Yine
İsmet Özel, öğrenciliğinin itaatsizliklerle dolu olduğunu ve öğretmenlerini
sevmediğini söyler. Yazdığı ilk şiirlerden biri, daha ilkokuldayken bir okul
gazetesinde yayımlanır. Bunu gören ve kendisine alayımsı/küçümseyici bir
tavırla yaklaşan öğretmenine karşı hissettiği duyguları ve takındığı tavrı
“kadirşinas itaatsizliğinin” başlangıcı sayar. Yıllar sonra, yani usta şair
olduktan sonra ilkokul çağlarındaki bu şiirini toplu şiirlerinin yer aldığı
kitabının (Erbain) önüne koyarak
tekrar yayımlar. Bunlar manidar detaylardır. Bu yüzden yayımlanmış bu ilk
şiirine hatıra değerinin ötesinde bir değer atfetmesini şiiriyle değil de
şairlik tasavvuruyla açıklamak yanlış olmasa gerek. Böyle yapmakla belki Necip
Fazıl gibi doğuştan bir şair olduğunu okuyucusuna göstermek istemiş olabilir.
Neticede şiirinin köklerini kavramada çocukluk dönemi temel bilgiler verir
bize: Evde babasıyla iletişim kuramayan, okulda öğretmenlerini sevmeyen
itaatsiz bir çocuk. Ve şiir, bu çocuğun kendini gösterebileceği farklı (ileride
yegâne) bir alan...
Çocukluk
ve gençlik yıllarına dair anlattıkları arasında en dikkat çekici olan
hususlardan biri de yoksulluğuna yaklaşımıdır: “Hiç kimseye, kendime bile
itiraf edemediğim (edersem utancımdan öleceğimi sandığım), hiç kimseden,
kendimden bile saklayamadığım (saklasam kolaylıkla delireceğimi bildiğim) lânet
olası yoksulluk!” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?) Utandıran ve delirten yoksulluk, ailesinden sonra karşısına
çıkan ve aşılması gereken en büyük duvardır. Bu duyguyu yoğun bir şekilde
yaşayan bir çocuğun/gencin çevrenin de etkisiyle yönelebileceği, hatta
sığınabileceği en anlamlı alan o günün şartlarında sosyalizmdir. Çevresini
kuşatan duvarları aşmaya çalışırken yeni bir duvarın eşiğine geldiğinin elbette
farkında değildir. Ancak arayışlarını körükleyen itaatsiz ve muhalif tavrı bir
bilince dönüşmüştür. Artık bundan böyle kendini bir şair ve sosyalist olarak
görecek ve davranışları bu minval üzere olacaktır.
İsmet
Özel, ileriki yıllarda öğrenci arkadaşları arasında zekâsı ve şiir
kabiliyetiyle fark edilmeyecek birisi değildir. Modern Fransız şairlerini
Fransızca aslından okur. Seçtiği, okuduğu ve ilgisini çeken şiirler, âdeta
gelecekteki kendi şiirinin habercisi gibidir. Arayışı, fark edilmek isteyişinde
saklıdır onun. Sorduğu büyük sorularda, topluma tuttuğu aynada önce kendisi
vardır. Dünya görüşünün şekillenmeye başladığı öğrencilik yıllarında
arkadaşları arasında parlak zekâsıyla yetenekli bir şair olarak tanınır.
Gelgelelim en somut eylemi, gençlik bildirileri yazmak ve toplantılarda
devrimci şiirler okumaktan ibarettir. Bu dönemde sahaya ve sokağa dair hatıralarıyla
bilinmez.
Ataol
Behramoğlu ile karşılıklı yazdıkları “Yıkılma Sakın” başlıklı şiirler, dönemin
devrimci gençleri arasında birer marş gibi okunur. İşte bu şiirlerden bir
bölüm:
Köpüren,
köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün
devrimcilerin çektikleri
biliriz
dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda
gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş
bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama
budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz,
demek ki yaşanılacak.
(İsmet
Özel)
Kötü
şey uzakta olmak
Dostlarından,
sevdiğin kadından
Yasaklanmak
bütün yaşantılara
Seni
tamamlayan, arındıran
Ama bir
devrimciyi haklı kılan
Biraz
da acılardır unutma
(Ataol
Behramoğlu)
İsmet
Özel’in 1963-1971 yılları arasında bir sosyalist genç olarak Mehmet Ali Aybar
ve Türkiye İşçi Partisine (TİP) ilgisi teorik çerçevedeki duruşunu fazla
zorlamaz. Mehmet Ali Aybar’ın yerli sosyalizm anlayışı, o dönemde etkileyici ve
genç zekâları tatmin edici niteliktedir. İsmet Özel de sosyalizmin askerî
darbelerle değil, halkın isteğiyle gelmesi gerektiğine inanır. Ne var ki
1968’de SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali, Aybar’ın buna tepkisi, ardından
partiden tasfiyesi; yerini bulamayan, kendini yeterince gösteremeyen İsmet Özel
gibi gençleri yeni bir arayışa sürükler.
İhtida etmiş yeni bir İslâmcı düşünür
İsmet
Özel, böyle bir süreçte Müslüman dünya görüşüyle tanışır. Artık İslâm’ı
keşfetmiş ve yeni bir çevre oluşturmaya başlamıştır. Şiirleri, bir içe kapanma
döneminin ardından Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş dergisinde yayımlanır ve entelektüel İslâmcıların gazetesi Yeni Devir’de günlük yazılar yazmaya
başlar. Kitapları da İslâmcı yayınevlerinde basılır.
“Kanla
Kirlenmiş Evrak” başlıklı şiirinde yaşadığı yeni arayışın ve Kur’an’la yeniden tanışmanın duygusal
izleri ve sosyal gerekçeleri görülür:
Karanlık
sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım,
inançlarım işgal altındadır
tabutumun
üstünde zar atıyorlar
cebimdeki
adreslerden umut kalmamıştır
toprağa
sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize
yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş
günlerimi aşağılamaktadır.
Karanlık
sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve
rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar
fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı
solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik
tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin
satırları arasında.
Gece
arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre
yaklaştıkça inancım artıyor.
Karanlık
sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle
yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım
çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar
çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla
uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve
şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından
başlayabilirim.
1977-2003
yılları arasında genç bir Müslüman aydın, yeni bir İslâmcı düşünür olarak
Müslümanlar arasında başköşede kendine bir yer bulur. Bu arada dinî cemaat,
grup ve oluşumlara mesafeli durur, hatta onlara üstten bir bakışı vardır. Daha
sonraki bazı söyleşilerinde Millî Gazete’de
para için yazdığını söyler. Bunu anlamak zordur; ya paraya ihtiyacı vardır (ki
doğrudur) ya da Millî Gazete’de
yazmayı öteki çevrelere böyle izah edebileceğini düşünmektedir. Açıkçası burada
bir manipülasyonla karşı karşıyayız ve anlaşılan o ki şair bunu bilinçle
yapmaktadır. Oysa sosyalistken edinemediği öncü aydın rolünü Müslüman camia
arasında fazlasıyla elde eder. Yine de eski/sol çevrelerle olan ilişkisini
belli ölçüde koruyup gözetmeyi sürdürür. Meselâ Murat Belge ile dostluğu devam
eder, Memet Fuat’ın yönettiği Adam Yayıncılıktan şiir kitabı çıkar.
İsmet
Özel’i en iyi çözen söyleşilerden birini Nuriye Akman yapar (Zaman gazetesi, 14-17 Eylül 2003). Bu
söyleşide yıllarca yazdığı ve ekmeğini yediği İslâmcı gazete ve dergilere bakışı
onun karakter zaaflarını yansıtan bir belge hükmündedir: “Ben yıllarca onlara
‘İsmet Özel bizim gazetemizde yazıyor.’ deme imtiyazını bağışladım.” Hem o
gazete ve dergilerde sırf para için yazdığını söyleyeceksin hem bunu bir
“imtiyaz bağışlama” olarak sunacaksın, sonra da bu kesimden anlayış
bekleyeceksin. Böyle bir şeyi Müslüman camiadan başka kime yapabilir? Bizce Yeni Devir gazetesinden sonra yazdığı
bütün gazete ve dergilerde biraz da kendisine yardım olsun diye yazdırılmıştır.
Müslüman camia, İslâm’a hizmet ediyor, maddî sıkıntı çekmesin diye ona yardım
etmek istemiştir. Bu bir çeşit “Ensar” psikolojisidir. İslâm’la müşerref olan
bir kardeşine nasıl yaklaşılması gerekiyorsa öyle yaklaşmıştır ona. Yardım
etmiş, baş tacı etmiştir. Onu memnun etmek için başka ne yapabilirdi ki?
Gelgelelim onun İslâmcı medyada “tenezzülen” yazdığını söylemesi, mümkündür ki
eski/sol çevrelere karşı bir çeşit ezikliğini tatmin arzusundan başka bir şey
değildir.
Evet,
bir taraftan yazılarından aldığı paraya ihtiyacı olduğunu, bunun için yazdığını
söylüyor, bir taraftan da yazdığı yerlere hakaret ederek yoksulluk kompleksini
manipüle ediyor. Aslında Müslümanca ve insanca olmayan bu ve benzeri tavırların
arkasındaki hâletiruhiyenin derin izleri çocukluğunda mevcuttur. “Çocuklarımın
başkalarının çocukları yanında daha az imkânlar içinde büyümelerine sebep
olacak bir aralıkta yaşadım hayatımı. Çocuklarımın hakkını yedim bir bakıma.”
diyor. Babasına karşı hissettiklerini, bu defa kendisi çocuklarına yaşatıyor
hissine kapılıyor. Gözü başkalarında ve yüksekte olduğu için her iki hâlde de
sorun kendisindedir. Hayatta bedel ödemeden neye sahip olunur? İsmet Özel’in
şöhreti karın doyurmuyor. Oysa o, karın doyuran bir şöhrete sahip olmak
istiyor.
Aynı
söyleşide “Benim sosyal bir çevrem hiç olmadı.” diyor. Neden? Buna dair
söyleyecekleri var mı? Bu bağlamda şu sözlerine dikkat edilmeli: “Yazı
dünyasında iyi ki hiç kimseye destek olmamışım. Çünkü olduğum takdirde, sahte
birtakım insanları hak etmedikleri avantaja kavuşturacaktım.” (İstisna olsa da
Süleyman Çobanoğlu’nun şiiri üzerine yazdı.) Bu nasıl bir duygudur? Burada
ister istemez insanın aklına, Ayşe Şasa ile kurduğu ve geliştirdiği ilişkide
tarafların kendini karşısındakinde görmesi olayı geliyor. Kim kime ayna oluyor?
Neticede İsmet Özel, bu sözleriyle âdeta kendi gerçekliğini gizliyor ya da ele
veriyor.
Yeni bir evre: Türklük düşüncesi
Dünya
görüşü değişen ve sosyalistken Müslüman olan İsmet Özel, sıkı bir öz
eleştiriyle geçmişini sorgulamaz veya bunu yazı ve söyleşilerinde yeterince
göremeyiz. Arayışlarının kendisini İslâm’la buluşturduğunu söyler. Bu durum
kopma, ayrılma şeklinde değil de devam eden bir süreç olarak tezahür eder.
Nitekim bunu kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle ifade eder: “Beni sosyalist
olmaya iten etkenler Müslüman olmaya da itti. Ben aynı yol üstünde yürüyüp
Müslüman oldum. Daha sarih bir güvenlik noktasıdır benim Müslüman olmam. Belki
hayatımdaki bütün değişiklikleri bir ‘sécurité ontologique’ arayışı olarak
tanımlamak mümkündür.” (Söyleşi: Murat Belge, Hürriyet Gösteri, S. 24, Kasım 1982) Yani onu önce sosyalist, sonra
Müslüman olmaya iten etkenler temelde aynıdır ve bunlar, entelektüel ve
varoluşsal arayışlardır. Bazı ilişki biçimleri, alışkanlıklar, düşünce tarzı
(diyalektik düşünce) süreklilik arz eder. Dolayısıyla eski çevresi şiirini
izlemeye devam ederken yeni çevresi onda mahalleye/cemaate karışmayan bir tavır
sezer. Kendisi de bu durumu korumayı, daha doğrusu bir biçimde yönetmeyi
sürdürür. Meselâ daha Üç Mesele’nin
Düşünce Yayınlarından çıkan birinci baskısına 8 Şubat 1978’de yazdığı ön sözün
ilk cümleleri bu anlamda ilginçtir: “Bu kitap, belli bir mücadelenin yolu
üzerinde bulunan bazı sorunları açıklığa kavuşturmaya katkıda bulunmak
niyetiyle düzenlendi. Bu yüzden de genel okuyucuya seslenmeyi değil, o
mücadeleyi yürütmekle kendini görevli sayanlara –deyim yerinde olursa öncülere–
seslenmeyi amaçlıyor.” Tabiî bu öncülerin Nurettin Topçu’yu okumadıkları, hatta
Necmettin Erbakan’ın konferanslarını dinlemedikleri düşünülüyor olmalıdır! Bu
yüzden Müslüman camiaya bu üstten bakışı, eski çevresiyle nazik ilişkileri onun
temel açmazlarından biri olarak karşımıza çıkar. Oysa bir şair ve aydın olarak
herkesle aynı mesafede olabilir, saygınlığını koruyabilirdi.
1990’lı
yılların ikinci yarısında İslâmcılar iktidara yürürken beklentileri
anlaşılmayan bir Millî Gazete
yazarıdır o. Beklentilerini izhar edemez. Siyaset ve devlet katından ciddî bir
teklifle karşılaşmaz. Kurulan bir iki köprü de onu tatmin edici nitelikte
değildir. Zaman değişir, şartlar değişir, nesiller değişir, ancak İsmet Özel bu
dönemde hayatının sıçramasını yapamaz. Kaderin ve kendisinin etrafında ördüğü
ağ giderek boğucu olmaya başlar. İşte tam böyle bir zamanda şaşırtan bir çıkış
yapar ve düşünce dünyasında tam olmasa da yeni bir evreye kapı aralar. Türklük
düşüncesi ve söylemine dayalı ve bir tür “İslâmî Türk milliyetçiliği”
denilebilecek olan bu çıkışı, milliyetçilik içerdiği için sosyalist olduğu
dönemle ve Osmanlı örneklemlerine yaslandığı için de entelektüel İslâmcı
dönemiyle çelişir. Dolayısıyla “aynı yol üstünde yürüyüp” böyle bir düşünce ve
söyleme nasıl ulaştığı yeterince anlaşılamaz. Anlaşılamaması ve belki böyle
daha dikkat çekici olabilir saikıyla bazı televizyon programlarına çıkar. Bu
vesileyle Anadolu’da konferanslar dizisine başlar. Sezai Karakoç’un Yüce
Diriliş Partisi tarzı ve misyonunda İstiklâl Marşı Derneğini kurar. Yeni
nesiller, özellikle üniversite gençliği İsmet Özel’i seyreder ve dinler. Bütün
bunlar, devam eden şiir çabasına da yansır ve “Türk milletinin şiire nazar atfedecek
tıynetine ne oldu? / Türkiye’nin bugün geldiği değil, getirildiği noktada
şiirlerimi okuyabilecek narodnik kalmadı. / Uğraşımın neticesine bigâne kalmağı
öğrendim. / Bu sayfada gördüğünüz son şiirimdir.” deyip “Sesli Gemi” başlıklı
şiirini yayımlar. (15 Temmuz 2013, www.istiklalmarsidernegi.org.tr/)
Halkın dostu olma iddiasıyla başlayan düşünsel ve sanatsal bir serüvenin
milletten umudunu kesme aşamasına kadar gelmesi, üzerinde kafa yorulması
gereken bir husustur.
Esasında
İsmet Özel ne olduysa ya da olmadıysa bu tamamen kendi istek ve iradesinin bir
sonucudur. Hazıra konmadığı ve kimseden yardım almadığı doğrudur. Dolayısıyla
kimseye de minnet etmesi gerekmez. Her zaman kendine güvendiği ve bulunduğu
yerin önemini herkesten çok kavradığı malûmdur. Lâkin hayatın akışı içinde
değişen ve gelişen olaylar karşısında bulunduğunuz yer bütün zamanlar boyunca
önemini korumayabilir. Gün gelir yeni arayışlara, sıçrayışlara ihtiyaç duyarsınız.
İşte İsmet Özel burada zorlandı. Zira kendi çabalarıyla elde ettiği ve önemini
herkesten çok kavradığı bu yerde direnmekle kendini sınırladı. Yeni ilişkilere,
yeni imkânlara açılmayı denemedi. Neticede başlangıca, yani ilk yalnızlığına
dönmüş oldu.
İsmet
Özel’in bazı dönemlerde veda yazıları vardır, bunlarda bir daha gazete ve
dergilerde yazmayacağını söyler. Bir süre sonra durum değişir. Fakat sözünü
ettiğimiz şiire veda yazısı farklıdır. Kadrini ve haddini bilen bir şair ve
yazarın trajik yalnızlığının ifadesidir bu. Edebiyat tarihimizde bunun
örnekleri mevcuttur. Meselâ Mehmet Âkif, hayatının Mısır döneminde yeterince
hatırlanmaz ve bugünkü ilgiyi görmez. Vefatından yarım asır sonra yeniden
keşfedilir ve bayraklaştırılır. Ahmet Hamdi Tanpınar, ömrü boyunca ne aradığı
yeri ne aradığı ilgiyi ne de hayatını rahatlatacak parayı bulabilir. Para için
umulmadık işlere koyulur ve umulmadık kapılar çalar. Herkes Yahya Kemal ve
Necip Fazıl olamaz elbette, çünkü onların tuzu kurudur! İsmet Özel de bu
anlamda bir değer olarak hak ettiği karşılığı bulmuş değildir. Zamanında ona
yaklaşmaya çalışanların bugün geldiği yere ve elde ettiklerine bakınca ne
olursa olsun İsmet Özel’in bir haksızlığa maruz kaldığı söylenebilir. Bunu önce
devletin bir sorunu olarak düşünüyorum. Mızrak çuvala sığmıyor denilebilir, ama
mızrak denilen zaten böyle bir şey değil midir? Ne olursa olsun Attilâ İlhan’a
ömrünün sonuna kadar açılan kapılar ve sunulan imkânların İsmet Özel’den
esirgenmesini bir haksızlık olarak telâkki ediyorum. Zira İsmet Özel, bu
millete, bu kültüre aldığından fazlasını vermiş bir insandır.
Savrulmalar ve sabiteler
İsmet
Özel velut bir yazardır. Şiir, deneme, eleştiri, fıkra, otobiyografi ve çeviri
türlerinde çok sayıda eser vermiştir. Söyleşi ve sohbetleri de kitaplaşan
yazarın hacimli bir külliyatı vardır. Eserlerine şiirlerinden başlayarak birer
cümleyle değinelim. Bizce İsmet Özel’in şiirlerini üç evrede ele almak
mümkündür: Başlangıçtan “Amentü”ye kadar olanlar birinci evre, “Amentü”den Bir Yusuf Masalı’na kadar olanlar ikinci
evre ve Bir Yusuf Masalı ile başlayıp
özellikle Of Not Being A Jew ile
devam eden sonrakiler üçüncü evre. Birinci evrede İkinci Yeninin imkânları ile
toplumcu şiir duyarlığını harmanlar ve kendine özgü bir imge ve ses yapısı
oluşturur. İkinci evrede kendi şahsında Türkiye’nin yakın dönem sosyal değişme
ve çatışmalarını, modern hayat ve çıkmazlarını, çağdaş bireyin ontolojik
arayışlarını işler. Güçlü, etkileyici ve iz bırakan bir söylemle dönemine ayna
tutar. Üçüncü evrede kültürel unsurlara yaslanan, yer yer daha sert, ideolojik,
deneysel denilen ve şekilci unsurlar içeren bir şiir yazar. Bilgi ve tecrübeye
yaslanan bu evrede şiirini giderek yayar, yoğunluğu ve etkisi düşük bir söyleme
yaslanır.
Şiir Okuma Kılavuzu başta olmak üzere poetik yazıları, şiir ve edebiyat üzerine
yazdığı yazılar çok önemlidir. Bu yazılarında hem teorisyen hem de iyi bir
tahlilcidir. Önemli bir hacme ulaşan siyasî yazıları nitelikli eleştirel
metinlerdir. Bunlarda Türkiye’nin yakın dönem siyasî olaylarını ciddî analizlere
tâbi tutar. Düşünce yazılarında dil ve mantık yeteneği güçlüdür. Kelime ve
kavrama yüklenir, aforizmalar üretir, felsefî çıkarımlar yapar, neticede başka
bir açıdan bakan ve imgesel değeri yüksek metinler ortaya koyar. Polemik
yazılarında mütekebbir ve saldırgandır. (Meselâ Binnaz Toprak’ın kendisiyle
ilgili yazısına cevabı bunlardan biridir.) Veda yazıları karakterinin tipik
özelliklerini yansıtır.
Bizce
İsmet Özel’den yarınlara kalacak olan birinci ve ikinci evre şiirleri ile
poetik yazıları (Şiir Okuma Kılavuzu),
ilk dönem denemeleri (Üç Mesele, Zor
Zamanda Konuşmak) ve çağına ışık tutan otobiyografik kitaplarıdır.
Söyleşilerinden anlaşıldığı kadarıyla kendisi de yarınlara kalmaktan ziyade
yaşadığı zamanı önemseyen biridir.
İsmet
Özel’in, sıra dışı ve bazı kişiler üzerine yazdığı az sayıda ilginç yazısı
vardır. Meselâ ölüm yıl dönümünde Cahit Zarifoğlu üzerine yazdığı yazı
bunlardan biridir ve çok önemlidir. (Yeni
Şafak gazetesi, 7 Haziran 1995) Bu yazısında Cahit Zarifoğlu’nun bütün
özelliklerine değinir ve onu önemsediğini belirtir. Onunla kendisi arasındaki
ortak yön ve benzerlikleri ima eder. Yazısını “Onu gülerken de, ağlarken de
gördüm. Ne çok şair, ne çok insandı!” diyerek zihinlere ve gönüllere kazınan
bir ifadeyle bitirir. İsmet Özel, hiç kimseyi böyle doğrudan, samimî ve
eleştirmeden yazmamıştır. Cahit Zarifoğlu’nun sağlığında böyle bir yazı yazar
mıydı? Bilinen İsmet Özel herhâlde böyle bir şey yapmaz, yani buna önce egosu
müsaade etmezdi. Doğrudan, samimî ve eleştirel bakıştan uzak bir şey söylemek
nedense ağır gelir ona. Kendisi her şeyi ve herkesi eleştirebilir, lâkin kimse
onu eleştiremez. Eleştiriye hiçbir şekilde tahammülü yoktur. Ne olursa olsun
önemli ve örnek bir yazıdır bu.
İsmet
Özel, okuduğu kaynakları yazılarında göstermeyen, etkilendiği yazarları
söylemeyen, dinî okumaları yüzeysel, ama dil ve mantık yeteneği çok güçlü bir
yazar ve entelektüeldir. Malûm olduğu üzere batı düşüncesi ve edebiyatına dair
okumaları sağlamdır. İyi derecede Fransızca, İngilizce ve Almanca bilir. Türk
düşüncesi ve edebiyatına dair okumalarında seçmecidir ve okuduğu yazarlara
bütünüyle hâkimdir. Dinî bilgi kaynaklarına gelince bunlar, Arapça olmayan
ikinci ve üçüncü el kitaplardır. Dinî konuları ele alırken kullandığı kelime ve
kavramlar, onun bütün konuya hâkim olduğu izlenimini verir. Ancak erbabı bilir
ki işin gerçeği böyle değildir.
Müslüman
entelektüelin genellikle kadın konusunda bir kompleksi vardır. İsmet Özel’in
kadın konusuna yaklaşımı ise onlara benzemez, ama sağlıklı değildir. Sevdiği
kızla evlenememiş diye bütün kadınlara hınçla yaklaşan, onları köle gibi gören
bir anlayışa sahiptir. İşleri yolunda gittiğinde sağlıklı düşünen, bozulduğunda
veya ters gittiğinde sadist ve mazoşist duygulara kapılan bir insan görüntüsü
verir. Bunun şiirindeki karşılığını “Esenlik Bildirisi”nden bir bölümde bütün
açıklığıyla görebiliriz:
Vandal
yürek! Görün ki alkışlanasın
ez
bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık
et, haksız olduğun anlaşılsın
yaşamak
bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.
Moda ve
temelsiz söylemlerden uzak olsa da Alevîlik hakkında söylemeye çalıştığı şeyler
gereksiz yorumlardır. Nitekim kısa zamanda çark etmiş, bu konuda bir daha
konuşmamıştır. Niyazi Berkes’in Türkiye’de
Çağdaşlaşma adlı kitabında batılı yazarlardan naklettiği ve tartıştığı tezleri
kendine mesnet kabul ederek Alevîlikle ilgili yorum yapmayı denemiş ve doğal
olarak tepki görmüştür.
İsmet
Özel’e dair üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan biri de devlet
anlayışıdır. Bu konuda ne düşündüğünü açıkça beyan etmez. Ancak siyasî
yazılarının satır aralarında bunları görmek mümkündür. Demokrasi ve lâiklik
konularında eleştireldir ve düşünceleri bellidir (İrtica Elden Gidiyor), fakat devlet konusunda böyle değildir.
Meselâ uzun yıllar yurt dışına çıkmak için pasaport alamayan İsmet Özel,
yabancıların yardımıyla pasaport almayı da reddeder. Bunu vatana ihanet olarak
görür. Askerliğini 24 ay ve er olarak yapar. Üniversiteyi ise askerden sonra
bitirir. Bunlar onun hayatını etkileyen önemli olaylardır. Lâkin bütün bu zorlu
süreçlerden geçerken devlet anlayışı değişmez. Devletle barışık, hükûmetlerle
kavgalı bir yazardır o. Sosyalist, İslâmcı ve Türklük söylemi dönemlerinde
devlet anlayışının değişmeyen birtakım özellikleri vardır. Bu bağlamda Türklük
söyleminin derinlerinde sosyalist düşüncedeki devlet anlayışıyla örtüşen bir
yaklaşım söz konusudur. Onda her zaman yerlilik ve millîlik tezlerinin bir
karşılığı vardır. Yerli bir sosyalizmi savunur ve İslâmcılığı millîdir. İslâmcı
döneminde ümmetçi görüşleri savunmamıştır. Türklük söylemi ise yerli bir
sentezdir. Antikapitalizm ve anti Amerikancılığı değişmez yegâne özelliğidir.
Siyonizme karşı Necmettin Erbakan’la paralel görüştedir. Tıpkı şiiri gibi
devlet anlayışı da saygın, otoriter ve şiddet özelliklidir. Şüphesiz bunda
yetiştiği aile ortamının, sosyalizm ve Türklük düşüncelerinin, müzmin
antikapitalizm ve anti Amerikancılığının küçümsenemeyecek bir rolü vardır.
İslâmcılığı ise devlet anlayışını değiştirmemiş ve sadece ona manevî bir boyut
katmıştır.
Üstatların yolunda
İsmet
Özel, yanına kimseyi yaklaştırmaz. Ya da etrafında görülenlerden onu anlaması
beklenmez. Kendi ifadelerinden de anlaşıldığı gibi öğretici değildir, kimseyi
yetiştirmez. Herkese bir mesafesi vardır. Herkes ona uzaktan bakar. Bu
yönleriyle eski/sol çevresine değil, daha çok İslâmcı üstatlara benzer.
Bu
durumu neyle açıklamak gerekir? Nedir bu? Şişkin bir ego mu? Üstat olma hâli
mi? Bilgiyi veya itibarı başkalarından kıskanmak mı? XX. yüzyılda İslâmcı aydın
ve sanatçının gerçekliği mi? Belki hepsi, belki hiçbiri, ama bizce “gelişmekte
olan” nitelemesini hak eden bir durumdur. Büyük Doğu Yayınları sadece Necip
Fazıl’ın kitaplarını, Diriliş Yayınları sadece Sezai Karakoç’un kitaplarını ve
Edebiyat Dergisi Yayınları (ilk yıllardaki başarısız birlikteliklerin ardından)
sadece Nuri Pakdil’in kitaplarını basar. İsmet Özel de dönüp dolaşıp aynı
çizgiye gelir (Çıdam Yayınları, şimdi Tiyo Yayıncılık). Bu hâlin tek istisna
deneyimi Mavera dergisi çevresi ve
Akabe Yayınlarıdır. Merhum Cahit Zarifoğlu’nun öncülük ettiği bu girişim de
onun genç yaşta vefatıyla akamete uğrar ve grubun diğer mensupları tarafından
sürdürülemez. Dolayısıyla İslâmcı aydın ve sanatçıların birlikte iş yapma
kabiliyetleri ve süreklilik fikri daha ortaya çıkmadan yok olur gider.
Müslüman
camiada aydın ve sanatçıların gerçekleştiremediği birlikte iş yapma becerisini
dinî grup ve oluşumlar dener, bunlarda da aynı tavır söz konusudur. Dinî grup
ve oluşumlar, toplumun bütününü kucaklayamaz; ya belli bir süre sonra dağılır,
meşruiyetini kaybeder ya da ticarî, siyasî ve uluslararası bir bloka dönüşür.
Böylece siyaset, bütün alanları uhdesinde toplar, ama onların içini boşaltarak,
onları işlevsizleştirerek ve kurutarak bunu yapar. Artık Müslüman camia için
âdeta tek kutsal alan siyaset olur. Düşüncede, sanatta, bilimde, eğitim ve
kültürde yegâne belirleyici olan siyasettir. Para kazanmanın, makam ve mevki
sahibi olmanın, şan ve şöhrete ulaşmanın yolu siyasetten geçmektedir. Siyasetle
güçlenen Türkiye, bu defa siyasetle başka bir yozlaşmayı yaşamaktadır. Bilgi,
sanat, ahlâk, din, kültür ve meslek alanlarının ürettiği değerler toplumun
damarlarından çekilmekte, insanlar; bencil, salt kendi çıkarını düşünen,
merhamet duygusunu yitirmiş sürüler hâline gelmektedir. Türkiye, böyle yaparak
geleceğini heba ediyor. Acilen bu darboğazdan çıkması lâzım. Bilime, sanata,
eğitime ve kültüre çok ciddî kafa yorulması ve bu alanlarda uzun vadeli ve
kalıcı yatırımlar yapılması hayatî önem arz ediyor.
Kültürel
yozlaşmaya karşı muhafazakâr ve İslâmcı çevrelerin yeterince bilgili, duyarlı
ve ilkeli olduğu söylenemez. Kültürel etkinlik adı altında yapılan işlerin
büyük bir kısmı kültürel yozlaşmanın devamını sağlıyor. Emek mahsulü, estetik
değeri ve düşünce arka plânı olan işler yerine günü kurtaran, yüzeysel,
göstermelik ve para kazandıran işler tercih ediliyor. Siyasetten beslenen ve
aslında siyaseti de kirleten bu anlayış terk edilmedikçe muhafazakâr ve İslâmcı
çevrelerin kültürel yozlaşmaya karşı yapacağı bir şey yoktur.
Hâsılıkelâm ya da hatime
İsmet
Özel: İmkânları sınırlı otoriter bir ailede meraklı ve zeki bir çocuk... Vasat
bir öğrencilik... Şartları elverişli bir şairlik ve sosyalistlik... Sonradan
Müslüman... Mahalle değiştiren, ama sınıfı değişmeyen bir aydın... Bize
benzemeyen bizden biri... Madden ve manen sürekli sıçrama arayışı... Şiirden
başka sermayesi olmayan bir narodnik... Peşini bırakmayan tevarüs edilmiş bir
kader... Ve sonuç: İflâh olmaz muhalif bir karakter, tatmin olmayan bir
hâletiruhiye, pes etmeyen bir zekâ ve ne yazık ki zamana karşı yalpalayan ve
savrulan bir irade...
Haşiye:
Büyük şair ve mütefekkir. Yazdıkları her zaman takip edildi. Genç şairleri
etkiledi. Herkes onu, o ise sadece kendini sevdi.
İşte
İsmet Özel ve işte Türk aydınının yüzyıllık serencamı...
Aklımızın
erdiğince bizim İsmet Özel’den anladığımız budur.
Eleştiri Denemeleri (2014)